Suriye'deki gelişmeler, 54 yıllık (Baba-Oğul) Esed Hanedanı ve Baas Partisi diktatörlüğünün 10-12 gün içinde çöküşü için değil, daha nice çöküşler de beraberinde ortaya çıktığı için, 'muhteşem' deyimini kullanmak yersiz olmasa gerek gerek.. Rusya lideri Putin, kızgınlığını gizlese de, 12 bin kişilik bir muhalif güçlerin karşısında, 30 bin kişilik bir askerî birlik tarafından korunan Şam'ın hiç direnme gösteremeden kaçışı karşısında şaşkınlığını ifade etmişti 3-4 gün önce.. Evet, o çöküş, bunun için 'muhteşem' diye nitelenmeyi hak etmişti..
Hele, 'Ben kandan nefret ederim, onun için tıbbiyedeki tahsilimi kan'ın en az akıtıldığı göz hastalıkları sahasında yaptım..' demesine rağmen, babasının döktüğü mazlum kanlarının yüzlerce mislini dökmek 'maharet'ini gösteren 'Beşşar Esed' isimli ve çağdaş bir Neron tablosu sergileyen ve 'Ancak korkak olanlar kaçar, ben korkak değilim, kaçmayacağım..' diye nutuklar atan diktatörün, birkaç ay sonra, en korkakça bir şekilde Moskova'ya sığınışı da, 'muhteşem' bir kaçış ve çöküş idi..
*
Tıpkı, dünyanın en fakir ülkelerinden birisi olan 25 milyonluk Afganistan'ı işgal eden -o zamanki rakamlarla, 190 milyonu aşkın bir nüfusa sahip olan- Sovyet Rusya Komünist İmparatorluğu'nun, sonunda, 13 yıllık bir işgal zorbalığından sonra, 1990'da Afganistan'dan kaçmak zorunda kalışı da 'muhteşem' bir kaçıştı.. Keza, 11 Eylûl 2001' Amerika'nın kendi içindeki bir takım güvenlik açıklarından istifade eden ilginç güç odaklarının gerçekleştirdiği New York'taki ünlü 'İkiz Kuleler'e ve Washington'daki Pentagon merkezine yönelik saldırılarını gerçekleştirenlerin, Afganistan'da saklanmış olabileceklerini iddia ederek Afganistan'ı işgal eden 335 milyon nüfuslu Amerikan emperyalizminin de, zaten harabe halindeki Afganistan'ı, daha bir harabeye çevirdikten sonra, 2020'li yılların başında kaçmaları da 'muhteşem' bir kaçıştı..
*
İran lideri Ali Khameneî'nin başdanışmanı ve İran Meclisi'nin eski başkanlarından Ali Laricani'nin, -sanki Türkiye Suriye'deki PKK terör örgütünün uzantılarına karşı uluslararası hukuktan doğan haklarına dayanarak ve sadece iki ülke arasındaki ortak sınır boyunca askerî operasyonlar yaptığını bilmiyormuş gibi-, Türkiye'yi hedefe alarak, 'Biz, Suriye'yi Amerika ve Türkiye gibi işgal etmedik, sadece askerî danışmalar gönderdik' demesine rağmen; İran Meclisi'nden bir yetkilinin Suriye'ye, son 13 yıl boyunca bir- kaç yüz askerî danışman değil, binlerce asker gönderdiklerini ve onlardan 6 bin askeri kaybettiklerini açıklaması yetmiyormuş gibi.. Geçen hafta Putin'in sarih olarak yaptığı, 'İran bizden yardım istedi, onların da 4 bin askerini Suriye'den çıkardık' açıklamasını yapmasından sonra, ortaya çıkan tablonun nasıl bir 'kaçış' ve 'çöküş'ün de, 'muhteşem' diye denilmeyi hak ettiği söylenebilir..
*
Kezâ, Suriye'de bir korkunç kanlı bir Baasçı diktatörü yıllarca desteklemiş olmanın utancından olmalı, ne yapacağını kestiremeyen bir 'en üst derece' sorumlunun, aldıkları ağır bir yenilgi karşısında vicdan muhasebesi yapmak yerine, 20 milyonluk filanca ülkenin, -10 yıldan fazla bir zamandır, ülkelerini terk edip başka ülkelere sığınmak zorunda kalan 8 milyon insandan en azından yarısını teşkil eden gençleri harekete geçirebileceğini umarak, 'Ey filan ülke gençleri, kaybedecek bir şeyiniz yok, çünkü her şeyinizi kaybettiniz.. Bugün, üniversitelerinizin, mekteplerinizin, işyerlerinizin, evlerinizin, caddelerinizin hiçbir güvenliği kalmamıştır.. Ayaklanın, direnin, sizin her şeyinizi kaybetmenize vesile ve ülkenize musallat olan Amerika, İsrail ve onlarla birlikte hareket eden diğerlerini uzaklaştırın!..' diye çağrı yapmasının da, gerçekleri görmekten bir 'muhteşem kaçış' olduğu ifade edilebilir. Evet, '54 yıllık bir Esed Hanedan ve Baas diktatörlüğünden beslenmiş olanlar için, kaybedecek bir şey kalmamıştı.. Ama, o zâlimler güruhunun, mazlum ve mutez'aflar imiş gibi, acınaklı bir ayaklanma çağrısıyla, eski zulüm düzenlerini hortlatmaya çağrılması da, mantıktan bir 'muhteşem kaçış' değil miydi?
*
'Kaybedecek bir şeyiniz yok artık, ama, kazanacak bir dünyanız var..' diye yapılan çağrının benzeri, meselâ, 45 sene öncelerde, Şah'ın İran'dan kaçmasından sonra, birilerince, Şah tarafdarlarından geride kalanlara, 'Her şeyinizi kaybettiğiniz için, kaybedecek yeni bir şeyiniz yok artık; ama, kazanabileceğiniz pek çok şeyler olabilir.. O halde, ülkenizin başına yeni geçen güçleri uzaklaştırın oralardan, ülkenizi kurtarın!.' diye bir çağrı yapsalardı, bu gibi çağrıları yapanlar o zaman ne derlerdi?
*
Hz. Peygamber (S)'den gelen bir Hadis rivayetinde, 'Bir söz veya davranışınızın karşınızdaki etkisini anlamak isterseniz, o söz ve tavırların kendiniz için söylendiğini düşününüz..' meâlindeki, şimdilerde 'empati yapmak' şeklinde anlatılan mâna da budur, gerçekte..
*
Bir diğer konu.. Bir komşu ülkenin, önemli bir silahlı gücünün yarı-resmî sözcüsü durumunda bir internet sitesinde evvelki gün, yayınlanan bir yorumda, son gelişmeler değerlendirilmeye çalışılırken 'Amerika, İsrail ve Türkiye'nin Filistin, Lübnan ve Suriye'ye saldırıları'ndan söz ediliyordu.
*
Evet, Amerika ve - onun Doğu Akdeniz'deki yapışık kardeşi durumundaki- İsrail'in Filistin, Lübnan ve Suriye'ye saldırıları pervasızca devam ediyor, bu biliniyor da; Türkiye'nin Filistin ve Lübnan'a saldırısı mı olmuştu ve ne zaman?
Maksad, bir gerçeği çarpıtıp, 'Türkiye'yi de bu saldırıların için de bir düşman taraf 'olarak göstermek kurnazlığı.. Ayıbın ötesinde bir tavır..
Doğrudur ki, Türkiye, Suriye'yle olan 910 km.lik ortak sınırı boyunca, oralarda çöreklenmiş olan ve özellikle Amerika ve Fransa destekli PKK ve değişik isimlerle anılan diğer terör örgütlerinin saldırılarına karşı açıkça ve de Birleşmiş Milletler ve uluslararası hukuk kuralları gereğince, her devletin, kendi sınırlarına yakın bölgelerde müdahale hakkını kabul eden hukukî cevazlar gereğince, askerî müdahaleler yapıyordu ve yapıyor, yapacaktır da... Ve Beşşar Esed, o terör örgütlerini Türkiye'ye karşı silahlandıranlar arasında kendilerinin de olduğunu gizlemiyordu. Ve, aynı Esed, Suriye topraklarından, Fırat'ın doğusunun Amerikan, Fırat'ın batısının Rusya; Şam ve çevresinin de İran ve kontrolündeki güçler elindeyken -ve bu üç güç odağının da Suriye'yle ortak bir sınırları olmadığı halde-, onlara değil de, sadece, Türkiye'ye, 'Suriye topraklarından çekil!.' diyordu..
Evet, mantıktan, insaftan, akl-ı selîm'den 'muhteşem kaçış' örnekleri..
*