Günümüz Türkçesiyle ifâde edecek olursak “the perfect war” demek oluyor.
Bunu, büyük Amerikan piyasa araþtýrma kurumu “Teal Group”un yöneticilerinden Richard Aboulafia adlý büyüðümüz söylemiþ.
Soyadýna bakýlýrsa Arab asýllý bir aðabeyimiz; Ebû Lâfia... Buna nazaran diyebiliriz ki
“Saðlam çocukdur; bizdendir.”
Peki, nedir bu mükemmel olan?
Hayhay, îzâh edeyim:
23 Eylül günü, ABD tarafýndan Sûriye’ye hava akýnlarýnýn baþlatýldýðý gün, belki hatýrlýyorsunuzdur.
Ýþte o ilk gün silah firmasý Raytheon Pentagon’dan, yâni ABD Savunma Bakanlýðý’ndan, 251 milyon dolarlýk Tomahawk füzesi sipâriþi almýþ, ki bu, misâl olarak sâdece tek bir kalem.
Yine o ilk gün Amerikan Hava Kuvvetleri, elinde zâten mevcud stoklarýndan 47 adedini Sûriye semâlarýndan aþaðýya boca etmiþ.
Bu roketlerin bir tânesi 1 milyon 400.000 dolara geliyormuþ.
Þeyedecek olursak cem’an 79,9 milyon dolar ediyor.
Bu tabii sâdece o füzelerin depoda yatarkenki fiyatý. Bunlarýn Doðu Akdeniz’e nakli, orada uçak gemilerine yüklenip gidiþ-dönüþ yaklaþýk 2.000 km. mesâfelik bir yolculuklarý sýrasý eklenen masraflar buna dâhil deðil.
Öte yandan böyle sýrf hava taarruzlarýyla, hele de Sûriye gibi 185.180 km.2’lik ve 23 milyon 399.000 nüfuslu, üstelik diþine kadar modern silahlarla donatýlmýþ bir ülkeyi dize getirmek mümkin deðil ki bunu bilmek için öyle aman aman bir askerî bilgiye bile gerek yok.
Baþka bir deyiþle “piyâde postalýnýn yere deðmesi þart” ...
Þart olmasýna þart da o postal hangi piyâdenin postalý olacak?
Batýlý dostlarýmýz, eksik olmasýnlar, bizlere çok güvendikleri ve üstüne üstlük yiðitliðimize de öteden beri meftûn olduklar için sýrtýmýzý sývazlayarak bizi öne sürmek niyetindeler.
Onlara göre mesele oldukça basit. Alt tarafý 200.000 kiþilik bir “müfreze” ile Sûriye’yi iþgâl etmek bu nefîs sonbahar günlerinde âdetâ bir gezinti.
Bizimkiler iþkillenip “Ya yollarda bir yamukluk mamukluk olursa?” þeklinde biraz huysuzlanýnca da teskîn ediyorlar “Ne olmak ihtimâli var ki? Ýþte dümdüz arâzî, kaymak gibi yollar... Hem zâti bizler de arkanýzdayýz. Herhangi bir þey mey olursa Hýzýr gibi yetiþir, vurur, daðýtýr, çeker alýrýz sizi...”
Bunun üzerine bizimkiler (sollarýndan mý kalkmýþlar ne!): “Ama yola çýkýlacaksa hep berâber çýksak... Güle oynaya gideriz...”
Mýrýn...Kýrýn...
Bütün bunlar insaný pek de iyimser kýlacak geliþmeler deðil.
Orta karar bir muhâkeme sonucu ile dahî uzak durmasý gereken bir gayyâ kuyusuna Türkiye niçin böyle kör kör parmaðým gözüne itilmek isteniyor.
Batýlý dostlarýmýz Türkiye’nin bu kadar ilkelce kurulmaya uðraþýlan bir oyunu görmeyecek kadar budala olmadýðýný elbetde bilirler. Buna raðmen denemeye yeltenmeleri belki de çok nâçar durumda kalmalarýndan ileri geliyordur. Tamam da, siz bu haltý yerken bize mi sordunuz?
Sorsanýz ne cevab alacaðýnýzý bildiðiniz için tabii ki sormadýnýz.
E, o zaman da yediðiniz herzeyi kendiniz hazmedin!
Kaldý ki Sûriye (ve Irak ve Ürdün ve Lübnan ve Suûdî Arabistan!!!) gibi zorâki yaratýlmýþ gayrýtabii yapýlarýn ergeç çökeceði ve o vaktin, bu son kriz olmasaydý da, artýk gelmiþ olduðunu, en azýndan Ankara sanki bilmiyor muydu?
O zaman kudurmuþ gibi oraya buraya saldýrýp Mehmedcik kaný dökmek için insanýn akýl hastasý olmasý gerekmez mi?
Acabâ Türkiye’yi yönetenler akýllarýný kaçýrmýþ demeye mi getiriyorlar, yoksa can havliyle en son çâre olarak bir de bunu mu denemek istiyorlar?
Mister Mark Sykes ve Monsieur Georges Picot 1916’da iyiydiler; ellerini o zaman tutsaydýnýz ya!
Bütün bu sun’î “devletler” zâten yýkýlýp gideceklerdi.
Sûriye ve Irak’ýn kuzeyi ise Anadolu’nun tabii uzantýsýdýr.
Halký zâten Arab deðildir; akrabâlarý Anadolu insanlarýdýr.
Kýsacasý, su yataðýný buluyor...
Baþka bir deyiþle Batýlý dostlarýmýz için bir iyi bir de kötü iki haberim var.
Ýyi haber: Tünelin ucunda ýþýk göründü.
Kötü haber: Tünel yok.