Mülaaneci dostum!

Adam çıkmış, “Erdoğan yargılanma hakkını kaybetmiştir” diyor, seçimle gelmiş Cumhurbaşkanı’nı ölümle tehdit ediyor, güya darbe uyarısı yaparak“yandaşlar” için düşünülen “iyilikleri” sıralıyor ama bizim cemaatçi Hasan Sutay, bütün bu söylenenlerde problem görmüyor. 

Benim tanıdığım Hasan Sutay, “Bir dakka hemşerim... Sen ne hakla insanları tehdit ediyorsun? Düşmanım da olsa, Erdoğan seçilmiş Cumhurbaşkanıdır... Yargılanmasını gerektirecek bir durum varsa, yargılanır. Bunun nasıl olacağı yasalarla belirlenmiştir. ‘Yargılanma hakkını kaybetmiştir’ demek de ne oluyor? Bu ne rezil söz böyle?” der, yalancıktan da olsa isyan ederdi...

Hayır, Hasan Sutay bunu yapmıyor.

Bu rezilliği eleştirenlere saldırıyor.

Bana saldırıyor yani...

Hasan Sutay’ı tanırım... Kibar, nezaketli ve “hak”tan yana bir insan olarak bilirim. Ben tanıdığımda, Zaman gazetesinde çalışıyordu. Hâlâ orada çalışıyor... Birkaç kez karşılaştık. İade-i ziyarette bulunamadım ama birkaç kez de çalıştığım gazeteye geldi. Oturduk, konuştuk, çay içtik, kitaplardan filan söz ettik. Bütün karşılaşmalarımızdan olumlu izlenimlerle ayrıldığımı hatırlıyorum. Hani, “Hâzâ beyefendi” derler ya, öyle bir insandı. Hâlâ öyle mi? Bilmiyorum. Kaç yıldır görüşmüyoruz. Bundan sonra da görüşmeyiz herhalde.

Daha doğrusu, ben görüşmek istemem...

Hayır, Fethullah Gülen bağlısı olduğu için değil...

Bağlılıklar, aidiyetler, siyasal mensubiyetler o kadar da önemli değil... Hayata farklı zaviyelerden de baksanız, sonuçta bir “hukuk” tesis ediyorsunuz.

Ben Hasan Sutay’la, mülaaneci dünya görüşüne mensup olduğu için değil, hasbelkader oluşturduğumuz “hukuk”u yıktığı ve başka bir surete büründüğü için görüşmek istemem. Benden ırak olsun...

Bu, onun ilk saldırısı değil elbette.

Bundan önce de sosyal medya üzerinden bir-iki teşebbüste bulunmuş, “ayıp” denilebilecek tavırlar sergilemişti.

Susmuştum.

Eski günlerin hatırına susmuştum.

Hasbelkader oluşturduğumuz hukuka halel gelmesin diye susmuştum.

Susmamak gerekiyormuş.

Siz sustukça ve alttan aldıkça, karşı tarafın cüreti artıyor, kendisini iyice “tanınmaz” hale getiriyor.

Dün (yukarıda da söylediğim gibi), “Erdoğan yargılanma hakkını kaybetmiştir” diyen ve seçilmiş Cumhurbaşkanı’nı ölümle tehdit eden Ahmet Altan’ı eleştiren bir yazı yazmış, bu “hastalıklı hal”i teşhir etmeye çalışmıştım.

Cevap, Ahmet Altan’ın müseccel tetikçilerinden değil, Zaman gazetesi yazarı Hasan Sutay’dan (yani Ahmet Altan’ın mülaaneci dostlarından) geldi.

Şöyle diyordu Sutay: “Ahmet Kekeç 28 Şubat’ta köşe bucak kaçıyor ve müstear isimle yazıyordu. Şimdi tam bir despot sevici oldu. Demek ki hoşuna gitmiş o günler.”

Doğru söylüyorsun Hasan, dostum...

Malum süreçte, üç yıl kadar müstear isimle yazmak zorunda kaldım.

Fethullah Gülen’in “bağlılıklarını” bildirdiği Çevik Bir’in talimatıyla hakkımda 100’ü aşkın suç duyurusunda bulunulmuştu. Bunların 30 küsuru ceza davasına dönüştü. Yargılandım. Bazılarından mahkûm oldum. “Rahşan affı” yetişmeseydi, şu an cezaevindeydim.

Fakat bir şeyi yanlış biliyorsun.

Köşe-bucak kaçmadım.

Sizin “kahraman savcılarınız” ve yazarlarınız gibi, soluğu Brüksel’de ya da Kanada’da almadım.

Ülkemde kaldım ve çocuklarımın nafakasını temin etmek için müstear isimle yazılarıma devam ettim. Burada bir kabahat varsa, bu bana değil, Fethullah Bey’in “bağlılıklarını” bildirdiği Çevik Bir’e aittir. Size aittir...

Tek geçim kaynağım yazı yazmaktı. Hatırlarsan, o dönemde bazı kitaplar yazmıştım. Ama o kitapların ilanını (en yüksek tarifeyle bile) gazetenizde yayınlatmaya muvaffak olamıyordum.

Camianız benim gibi “deşifre olmuş” ve sistemin hoş bakmadığı kişilerle yan yana görünmek istemiyordu.

Bizden kaçıyordunuz.

Biz, “Bu başörtüsü yasağı da nedir? Ayıp olmuyor mu?” dediğimiz için yargılanıyor ve müstear isimle yazmak zorunda bırakılıyorduk, siz “başörtüsü füruattır” diyerek kızların başını açtırıyordunuz.

Hem 28 Şubat’çılarla aynı karede poz vereceksiniz, hem seçilmiş siyasileri ölümle tehdit edeceksiniz, hem de CIA ile iç içeliği savunan yazarlara köşe açacaksınız... (Bkz. Ekrem Dumanlı ve Lale Kemal’in beyanları...)

Birkaç ay öncesine kadar, “Ne oldu bunlara?” diyordum. Üzülüyordum. Kendimce empati yapmaya çalışıyordum.

Bir şey olduğu filan yokmuş!

Siz hep böyleymişsiniz!