Paris’in kuzeyinde, genellikle düþük gelirli ya da Afrika ve Ortadoðu kökenlilerin yaþadýðý mahallelere yakýn bir yerde, þehre gelen mülteciler için bir kamp yapýlmýþ.
Paris’teki iki kamptan biri olan La Chapelle kampý, Türkiye’deki kamplar gibi bir iþleve sahip deðil; mültecilerin sürekli barýnma yeri olarak tasarlanmamýþ. Kýsa sürelerle, bir hafta on gün saðlýk sorunu olan, barýnacak yer bulamayan ya da “bilgi almak” isteyen kiþiler için öngörülmüþ. Paris’teki kamplarýn bin kiþilik kapasitesi bulunuyor, sadece La Chapelle 400 ile 600 kiþilik yere sahip. 1000 m2’lik kampýn yapýmý sýrasýnda 120 kiþi çalýþmýþ, ancak biraz yavaþ çalýþmýþ olmalýlar ki, henüz öngörülen sayýya ulaþan bir hizmet verilemiyor.
Bu kampýn yýllýk maliyeti 6,5 milyon Euro; % 80’i Paris belediyesi geri kalaný da devlet bütçesi tarafýndan karþýlanýyor. Tahminlere göre Paris’te 2 500 mülteci bulunuyor.
Tüm bu bilgileri arka arkaya okuduðumuzda, 1000 kiþi için yapýlan masrafýn 2 bin 500 kiþi için kaça yükseleceði sorusunu sormamak mümkün olmuyor. Zaten tam da bu yapýlsýn isteniyor.
Kamp yetersizliði üzerinden caydýrýcýlýk
Kampýn ne mükemmel hizmetler verdiðini anlatan sitelerin yaný sýra, adýnýn da “Ýnsani Kamp” olduðunu hatýrlatmak gerekiyor. Buradaki ima, “biz niceliðe deðil, niteliðe önem verir mültecilere insani destek veririz; bir biçimde barýndýrmayýz” þeklinde.
Paris’teki kamplar “insani” olduðuna göre, demek ki Britanya’ya yakýn yerde Ýngiltere’ye geçme umuduyla Manþ kýyýsýna gelenler için kurulan Callais kampýna boþuna “orman” denmemiþ. Bu kamptaki yaþam koþullarý, adeta mültecileri barýndýrmak için deðil, onlarý caydýrmak için tasarlanmýþtý. Öyle ki, Ürdün’den Türkiye’ye, Yunanistan’dan Almanya’ya kadar hiç bir kampta olmayan olmuþ ve mülteciler ayaklanmýþlardý.
Paris’teki kamplarýn yetersizliði de, muhtemelen bir tür caydýrýcýlýk yaratma anlamýna geliyor. Ancak, insani kamplarda yer bulamayan mültecilerin saðda solda yatmalarýna, köprü altlarýna sýðýnmalarýna engel olamýyor bu politika. Yani bu insanlar ne geldikleri yere dönebiliyorlar, ne baþka yere gidebiliyorlar; köprü altlarýnda battaniyelere sarýlýp hayatta kalmaya çalýþýyor; bir araya gelip, adeta alternatif bir açýk hava kampý kuruyorlar. Ýþte bu Parislileri çok rahatsýz ediyor.
Kayalar üzerinden caydýrýcýlýk
Neyse ki, Parislilerin rahatsýzlýðýný giderecek yaratýcý çözümler de bulunabiliyor. Alplerden koparýlýp getirilen kocaman kayalar köprü altlarýna yerleþtirilince, insanlarýn topluca sýðýnacaklarý alanlar kurtarýlmýþ oluyor.
Burada adý geçen mültecilerin çoðunluðu Suriyeli; ancak hepsi deðil. Zaten Parisliler için fark etmez; sonuçta hepsi “yabancý”. Romanlar, yabancýlar, mülteciler her kim olursa olsun bir biçimde kendisini Fransa’ya atýp Paris’e gelen bu insanlarýn “merkezdeki” varlýklarý her zaman sorun olarak görüldü. Sarkozy, Romanlarý otobüslere doldurup önce þehir dýþýna atmýþ ardýndan Bulgaristan’a kadar sürmüþtü.
Sorun, bu eðilimin Sarkozy ile sýnýrlý olmamasýnda. Toplumun bizzat kendisi, ortalýkta iþsiz güçsüz gezen, sokaklarda uyuyan insanlarý görüntü kirliliði olarak görüyor. Hal böyle olunca da, siyasiler daha yapýcý önlem almaya kalkmanýn “oy maliyeti” getireceðini hesaplayýp sadece vitrini düzeltecek bir iki adým atýyorlar.
Atýlan adýmlarýn “insanlýk” adýna savunulur yaný yok. Ancak savunmalarýn genellikle mültecileri istemeyenlerin gerekçeleri üzerinden yapýldýðý hatýrlatýlmalý. Tek umut veren ise, bir dizi sivil toplum örgütünün bu uygulamalar karþýsýnda cansiperane mücadele vermesi.