Murat Bilhan: Amerika’nın ekseni kaydı el ucuyla müdahale bundan






EMEKLİ BÜYÜKELÇİ MURAT BİLHAN İLE SURİYE VE DEĞİŞEN DENGELERİ KONUŞTUK
Emekli Büyükelçi Bilhan: ABD Ortadoğu’daki duruma fazla angaje olmayacak çünkü stratejik olarak eksenini daima kaybedeceği Ortadoğu’dan Pasifik’e kaydırıyor, Çin’i çevreleyebilmek için. Rusya ise kendi gücünü ispat derdinde.

İki buçuk yılda ölen 100 binden fazla insana kimyasal silah marifetiyle eklenen bin dört yüz Suriyelinin ölü bedeni, gidişatı durdurabilir mi? BM’yi kilitleyen Rusya ve Çin’e rağmen ABD -zevahiri kurtarmak için bile olsa- Suriye’deki askeri durumu muhalifler lehine değiştirebilir mi? Yoksa her şey tantanalı bir kulak çekme operasyonundan mı ibaret? Amerika -hiç huyu olmadığı halde- Ortadoğu’daki sürdürülemez durumun sürüncemede kalmasına neden izin veriyor? Değişen ne? Emekli Büyükelçi, TASAM başkan yardımcısı, Kültür Ünİversitesi ve Şehir Üniversitesi öğretim üyesi Murat Bilhan ile konuştuk.

Obama Suriye’ye müdahale konusunda kararlı ancak Kongre onaylasın istiyor. İngiltere geri çekilse de Fransa müdahaleden yana. Rusya ise cevaz verebilirmiş gibi bir açıklama yaptı. G-20’nin gündemi de bu konuydu. Ne dersiniz, müdahale için bir tür meşruiyet zemini oluşmuş gibi görülebilir mi bu tablo? Müdahale an meselesi mi?

Evvela tabloya, müdahale meşruiyetinin tamamlanması için de Ruslara bakmak lazım. Ruslar enteresan bir taktik kullandılar. Hem elini taşın altına koymayıp müdahaleden geri durarak desteklemiyorum mesajı verdi, hem de Batı yaparsa bunun dışında kalıp müdahale etmeyeceğim demiş oldu. Öte yandan da BM’ye Suriye’de kimyasala silahın kullanıldığını ama kullananın Esed değil muhalifler olduğunu, bu işi Halep civarında kotardıklarını bütün teknik ayrıntılarıyla ileri süren yüz sayfalık bir rapor sundu.

Rusya’nın hamlesi enteresan

- Raporla olası müdahalenin meşruiyetini sarsmak mı istiyor, taktik bu mu?

İlk açıklamasını karşı tarafı yatıştırmak için bir taktik olarak yaptı. Raporu da ilelebet karşısına çıkacak bu müdahaleye izin vermemek için kullandı. Kesin kararlı gibi görünüyor. Yalnız da kalmadı. Çok güçlü büyük bir ülkedir Rusya. Orada bir satranç oynanıyor ve kaybetmeyen yok.

- Rusya var. Petrol ve doğal gazdan dolayı.

Rusya doğal gaz ve petrolü Batıyı zaten bağımlı kıldığı bir odak olarak görüyor ve kullanıyor ama o Suriye olayıyla bağlantılı değil bu.

Obama taktik hata yaptı

- Amerika bu taktiği görmedi mi peki?

Amerika’nın taktik hatası oldu. Obama müdahaleye kendi kafasında karar verirken boş bulunup bunun iki günlük ve sınırlı bir harekat olacağını, Amerikan çizmesinin yere değmeyeceğini söyledi. Daha şahince olsa da Kerry de bunu söyledi. Obama böylece karşı tarafa maalesef cesaret vermiş oldu. Esad’ın korkusu kalmadı. “Bizim rejimle derdimiz yok. Biz sadece kimyasal silah kullanmasının cevabını vereceğiz. Kimyasal silah yanlıştır insan haklarına aykırıdır” diyor. Bunu diyerek aslında endirekt olarak Kuzey Kore’ye, Hizbullah’a ve İran’a mesaj veriyor.

- Esed’i korkutmayan müdahale mesajı bu ülkeleri korkutup caydırır mı ki?

Hayır. En büyük hatası bu Amerika’nın. Bunu başından ilan etmekle hata yaptı.

Ortadoğu’dan Pasifik’e doğru

- Amerikan dışişleri bunu kestiremeyecek değildir. Ne olmuştur?

Muhakkak söylemişlerdir ama Amerika’nın bu işe isteksiz girdiğini biliyoruz. Başından beri ayak sürüyor, iki senedir parmağını kıpırdatmadı

- Neden kıpırdatmadı?

Bunun ardında Amerika’nın stratejik eksen kayması var. Amerika stratejik olarak eksenini Ortadoğu’dan yani daima zarar edeceği alanlardan çekmek ve kar edeceği ya da dengeleyici unsur olarak gördüğü Çin’i çevrelemek için Pasifik’e kaydırmak istiyor. O strateji içinde Ortadoğu’daki hareketlenmede Amerika aleyhine bir gelişme olursa, oradaki hassasiyet eşiğini yükseltmiş oldu. Amerika tabiatıyla “aleyhime bir harekete izin vermem” diyor ama “bu izin vermemek tabiri caizse kafa kol girmek şeklinde olmayacak” da diyor, Irak’ta ya da Afganistan’da veya Lübnan’da olduğu gibi. “Ben artık bunun kenarından tutacağım” demiş oluyor. Bu stratejisi mevcut durumla örtüşüyor. Amerika’nın Ortadoğu’daki duruma fazla angaje olmayacağını hissediyoruz.

Rusya “bensiz olmaz” diyor

- Rusya’nın bölgedeki etkisi belirleyiciliğini koruyorken Amerika’nın bölgeyle elinin ucuyla ilgilenmesinin anlamı nedir peki? Bölgede birbirinin varlığını ve etki alanını iki eşit gibi kabullenme hali midir?

İkisi de değil ama ortası bir durum. Rusya başını kaldırdı, büyük bir ülke olduğunu kanıtlama ihtiyacı duyuyor. Özellikle Akdeniz’de ve Yakındoğu bölgesinde denge bulmaya çalışıyor. Bunun için de güç gösteriyor, özellikle istihbarat gücü gösteriyor. Arada kaynadı ama Rus istihbaratı Akdeniz’de Sparrow füzelerini tespit ederek Amerika-İsrail askeri tatbikatını ortaya çıkardı. Bununla Rusya dünyaya şunu diyor: Benim bilmeyeceğim, duymayacağım hiçbir şey yapamazsınız.

Amerika Rusya’yı gayet iyi anladı

- Tatbikatı öğrenmek gerçekten zor muydu ki? Orası Akdeniz. Hele şimdi herkes orada.

Bu aile içi bir tatbikat yani şeffaf biçimde yapılmıyor. Askeri manevralar mutlaka belli bir gizlilik taşır. Sparrow füzelerinin karşıt güç tarafından tespit edilmesi hoşa giden bir şey değildir. Demek ki Rus istihbaratı Ortadoğu’da kaynıyor. Zaten gemilerini gönderiyorlar izlemek üzere. Bizi de ilgilendiriyor Montrö Boğazlar Sözleşmesi gereği. Türkiye’nin çok iyi takip etmesi lazım. Rusya’yı kaale ya da denkleme almayan bir Ortadoğu politikası olamaz. Amerika bunu anladı. 

İkinci soğuk savaş dönemi mi?

- Bu yeni durum, Soğuk Savaş dönemi güç dengesinin yeniden tesisi, dünyanın iki ana kutba ayrılması gibi bir sürece mi işaret eder?

Rusya Soğuk Savaş dönemindeki gücüne kavuşmak, ikinci büyük güç olarak kendisini kanıtlamak istiyor. Kanıtladı da şu anda. Putin’in geldiği nokta, Rusya’nın ne tam demokrasi, ne demir yumruk dönemi gibi olmayan ama sonuçta Sovyetlerin mirası üstünde birleştiği, istihbarat ve askeri teknolojik gücünü eskisi gibi belli ölçülerde kanıtladığı bir nokta. Ekonomisi iyi değil ama yine de iyi, büyük bir enerji kaynağının üzerinde oturuyor çünkü. ABD ile de çok geniş bir Avrasya coğrafyası üzerinde ciddi bir rekabet içindeler. Bu rekabette de kendisini ezdirmeyeceği belli. Bunu bizim de şimdiden görmemiz lazım.

Denklem yeniden değerlendirilmeli

- Ortadoğu’nun kan gölüne dönmesi iki “süper” gücün dansına bağlanabilir mi peki?

O kadar çok dinamik var ki karşılaşan, çarpışan, rakip olan, uzlaşan, uzlaşmayan. Bölgesel dinamikleri de hesaba katmak lazım. Amerikan Rus çıkarları dışında eski sömürgeci Avrupa ülkeleri, İngiltere, Fransa da var orada. İngiltere geri çekildi ama şartlar değişirse oyuna dâhil olur.

- Körfez’in, İran ve Suudi Arabistan’ın denklemdeki yerleri nedir? Ve Türkiye’nin?

Suriye’de Körfez ülkeleriyle İran karşı kamplardalar, Mısır’da aynı tarafta. Türkiye’nin durumu çok hassas. Türkiye’nin bu denklemleri göz önünde bulundurarak çok ince, hassas yeni bir strateji çizmesinde zaruret var. Ortadoğu stratejimiz geldiğimiz noktada değişiklik öngörüyor. Mevcut stratejiyi götürmemiz mümkün değil.

Büyükelçi’nin yeri tayin olduğu yerdir

- Büyükelçi’nin Kahire’ye dönüşü bu değişikliğin ilk işareti sayılabilir mi?

Doğru bir işaret. Bir büyükelçinin en çok hizmet yapabileceği yer tayin olduğu yerdir. Tayin olduğu yerde büyükelçi Ankara’nın gözü kulağı, eli ayağı, her şeyidir. O boşluğu doldurur gereğini yapar. Geri çekilmek ve bir self kritik yapmak gerekiyor. Suriye’de dikkat gerektiren konu buydu. Hemen ilişkileri kesmek yerine büyükelçiyi gözlemci olarak bulundurup kullanmak ama elbette Esad rejimini meşrulaştırarak değil. Biz Mısır’daki rejime de meşru demiyoruz ama gönderiyoruz büyükelçimizi. İstişare denilerek çağrılmıştı zaten. Kahire’ye geri göndermek doğru bir karardır.

BM Güvenlik Konseyi’nin sicili son derece bozuk

- BM’nin yapısı tartışılıyor malum. Başkan Erdoğan 2011’de BM’de yaptığı tarihi konuşmada BM Güvenlik Kurulu’ndaki 5 daimi üyenin dünya üzerinde kurduğu tahakkümü eleştirmişti. Suriye olayları bir kez daha gösterdi ki BMGK’nın yapısı sistemi kilitliyor, hukuki metinler kurumlar çöktü çürüyor. Nasıl olur?

Tespitiniz doğru. Sayın Başbakan’ın söyledikleri de son derece doğru. II. Dünya Savaşı sonrasında başlayan sistem de, ondan önceki Milletler Cemiyeti de adil değildi, güçlülerin hukukuna dayalıydı. Sistemin yürümediği, kimsenin güvenmediği de belli. Ama değiştirmek o kadar büyük bir çıkar depremi yaratıyor ki. Sistem 5 daimi ülkenin çıkarlarına dayalı. 200 ülke 5 ülkenin iki dudağına bakıyor. Vahim bir şey. İnsan hakları ihlallerini takip edecek ceza mahkemeleri kuruldu, ama BM’nin güvenlik konseyi sicili son derece bozuk.

5 daimi ülke pastayı paylaşmak istemiyor

- BM’nin yapısına itiraz edilmemesi de tuhaf değil mi?

Afrika ülkeleri sistemin aleyhlerine işlemesinden dolayı Afrika ülkelerinin bir kıta olarak BMGK’da daimi temsilini istediler. Hindistan istedi büyük bir nüfusa sahip olduğu için. Almanya istedi büyük bir güç haline geldiği, eski mağlup ülke olmadığı için. Ama bu 5 ülke burun kıvırıyor, pastayı paylaşmak istemiyor. Üstelik Fransa ve İngiltere küçüldü. Hindistan daha çok hak ediyor daimi üyeliği. Meşruiyet tartışmasına girerseniz bunun meşru olmadığı noktasına götürebilirsiniz iddialarınızı. Haklı da olur. Sistemin değişmeli ama nasıl? Sayın Başbakan “kendi BM’mizi kuralım” diyor ama o beş ülke dışındaki dünya tek sesli değil. Ama bu ihtiyacı düşünceyi gündemde tutmak, girişimlerde bulunmak ve BMGK’nın meşruiyetini kaybetmeye yaklaştığını işlemek lazım.

Türkiye konumuna uygun proaktif politika geliştirmeli

- Türkiye’nin parametrelerini nasıl değerlendiriyorsunuz?

İnşallah böyle devam eder diyorum. Bazı parametrelerse bence alarm veriyor. 1) Çevremizde bir Kürt coğrafyası oluşuyor. Bunun Türkiye’yi ne ölçüde etkileyeceğini henüz bilmiyoruz. 2) Çözüm sürecinin ne yönde ilerleyeceğini de şu an bilmiyoruz. 3) Ülkenin iç istikrarı açısından muhalefet-iktidar ilişkilerinin demokratik bir ülkeye yakışmadığını görüyoruz. Bütün bunların dışında ayrıca bir şey daha var. Türkiye’nin dış politikada kimseye benzemeyen özel coğrafyası nedeniyle çok boyutlu bir dış politika yürütmesi lazım. Bu jeopolitik konum bize imkanlar demeti sunuyor. Bunlardan faydalanabilmek için eş zamanlı ve eşit mesafeli stratejiye bağlı olarak pro-aktif politikalar geliştirmek lazım. Bu, bizim bölgede etkin bir arabulucu rolü oynamamızı da mümkün kılar.