Mýsýr’ýn tarihindeki ilk gerçek seçimle cumhurbaþkaný seçilen Muhammed Mursi’ye idam kararý alýnmasý, beklendiði gibi Türkiye’de büyük ses getirdi. Türkiye’nin siyasal geçmiþindeki idamlar ve darbeler, yaþanan duygu halini açýklamaya yetiyor. Ayný duygu halini paylaþmayan kesimlerin de, Türk siyasi tarihinde oynadýklarý role uygun bir tavýr içerisinde olduklarýný söylemek mümkün. Kabaca ‘laikler’ diyebileceðimiz bu kesimin demokrasiyle imtihanlarý, 20. yüzyýl boyunca berbat bir karneye sahip olmalarýný saðladý. 2003’te Türkiye’de baþlayan yeni süreçte de bu çizgilerini korudular. Bu tespitlerin fazlaca bir orijinalliði olmasa da, hemen her seferinde demokrasinin patent hakkýnýn ellerinde olduðunu düþünenlere dair kafa karýþýklýðý olmamasý için tekrar etmekte fayda var.
Geçen yüzyýldan bu yana, Tunus’tan Türkiye’ye, Cezayir’den Mýsýr’a demokratik süreçleri çoðu kez kanlý bir þekilde bastýran aktörler -Batý destekli- laik güçler oldu. Hâl bu iken, ‘anti-demokratik’ sýfatý seçimlerle iktidara gelmeye çalýþan aktörlere layýk görüldü. Yetmiyormuþ gibi, yarým yüzyýla yakýn bir zamandýr, Ýslam ve demokrasinin bir arada olup olmayacaðýna dair tartýþma da, bir ‘entelektüel vandalizm’ rüzgarý þeklinde üzerlerinde estirildi.
25 Ocak Devrimi’yle Mýsýr’da yeni sürecin önünün açýlmasýyla, bölgesel statüko ilk anda yaþadýðý afallamanýn ardýndan, gerekli ruhsatlarý aldýðýný ve ihtiyaç duyduðu finansmaný saðladýðýný düþündüðü anda harekete geçti. Bu yönüyle 25 Ocak 2011 ile 3 Temmuz 2013 arasýndaki sürenin uzun olduðu bile söylenebilir.
Zira arzulanan Sisi tarzý geç kalmýþ ve maliyetli bir darbeden ziyade, Ömer Süleyman’lý bir neo-Mübarekizm’in hayata geçirilmesiydi. Bu sürenin uzamasý, bölgesel statükoyu bozan Türkiye ve Arap Ýsyanlarýnýn oluþturduðu deðiþim dalgasýnýn yarattýðý atmosferdi. Yoksa, iktidarý 29 yýl 120 gün sürmüþ Mübarek’in sistemden çekilmesi ne Mýsýr askeri rejimi ne de bölgesel statüko için ‘yýkýlan düzen’ anlamýna gelmiyordu. Tam da bu sebepten dolayý, baþarýlý Türkiye tecrübesi, 25 Ocak Devrimi’nden çok daha sahici duruyordu.
Bugünlerde tam anlamýyla Sisi aðzýyla Türkiye’yi sigaya çekmeye çalýþanlarýn idrak edemediði nokta da burada baþlýyor. Türkiye’nin Mursi ile kurduðu iliþkiyi basit bir ideolojik dayanýþma zannedenlerin ekseriyeti, bölgede yüzyýldýr biriken negatif enerjiyi ve siyasal dalgayý göz ardý etme cesareti göstermiþ oluyorlar. Benzer bir cehaletle yýllardýr Türkiye’deki dönüþümü ve büyük toplumsal dalgayý idrak edemeyenler, Mýsýr’da da 3 Temmuz’a ‘bin yýl devam edecek’ 28 Þubat muamelesi yapýyorlar.
Bu güruhun arasýna kendisine ‘Ýslamcý’ diyen, Gülen Grubu’ndan isimlerin dâhil olmasý da orijinal bir durum ortaya çýkartmýyor. Zira benzer sahneler 28 Þubat’ta yaþanýrken, kendisini sahneye atmaktan alýkoyamayan ne kadar ucuz unsur varsa, bugün de ayný yerdeler. 28 Þubat darbesine doðrudan veya dolaylý bir þekilde müdahil olan, açýkça milletin yanýnda yer alacak cesaret, akýl ve ahlaký gösterememiþ hemen her unsur, bugün de Mýsýr meselesinde ayný yerde, yani yanlýþ tarafta bulunuyorlar. Bunlarýn en çapsýzlarý ise Mýsýr’da yaþananlarý dürüstçe konuþmak yerine Türkiye’yi mahkûm etmeye çalýþanlar.
Yaþananlarýn sofistike veya muðlak bir yönü bulunmuyor. Herkesin gözü önünde gerçekleþen kanlý bir darbe yoluyla, seçilmiþ cumhurbaþkaný devrildi. Bu netice karþýsýnda alýnabilecek çok fazla sayýda pozisyon bulunmuyor. Türkiye de iki ihtimalden birini, deðiþim dalgasýnýn yanýnda durmayý tercih etti.
Bu tercihle varoluþsal düzeyde sorunu olanlarla konuþulabilecek fazlaca bir þey kalmýyor. Zira Mýsýr meselesinde Ýhvan karþýtlýðý bile açýklanabilir bir durumken, ‘Türkiye düþmanlýðý’ hiçbir meþruiyeti olmayan, zekâdan ve ahlaktan istifa etmiþ bir ‘yerli ahmaklýða’ tekabül etmektedir.