7-8 yıldır en kanlı şekilde devam eden ve yüzbinlerin hayatı üzerinde oynanan kumarlarla şekillenen ‘Suriye Buhranı’ Amerikan Başkanı Trump’ın, Amerikan askerî güçlerini Suriye’den çekeceğini açıklamasıyla yeni bir merhaleye girdi.
***
Sosyal hadiseler, oluş safhasında, yönlendirici durumda olanların belirli ‘ilke’ ve hedeflerine göre ya da günün reflektif şartlarına göre değerlendirilir. Bir de hadiselerin sonunda ortaya çıkan tabloya göre yapılan değerlendirme vardır ki orada ilkeler veya içinde bulunulan şartlar değil, sonuçlar önemlidir. Ama bu ‘neticeci’ bakışın en büyük yanlışı, değerlendirmenin maqabl’e, geçmişe şâmil olarak yapılmasıdır. Halbuki geçmiş ‘Eğer şöyle yapılsaydı, böyle olurdu..’ gibi varsayımlarla sağlıklı şekilde anlaşılamaz.
***
Suriye’de son 7 sene içinde olup biteni anlamak için, yakın geçmişi hatırlamak gerekir herhalde..
Amerikan emperyalizminin 2003 yılında Irak’ı işgal etmesi ve (laiklik + arap kavmiyetçiliği + iştirakiyyûn (sosyalizm)’ temelleri üzerine yükseltilen Baas (Diriliş)ideolojisine bağlı bir kanlı diktatörlük rejimi olan 35 yıllık Saddam Huseyn rejiminin devrilip Saddam’ın idâm olunması ve de sadece arap dünyasının değil, bütün Müslüman dünyasının en önemli merkezlerinden olan Bağdat başta olmak üzere bütün ülkenin yağmalanması ve Ebû Gureyb Zindanları’ndaki korkunç cinayetlerle sembolleşen ve yüzbinlerce sivil insanın en alçakça zulüm ve ahlâksızlıklarla yıllar boyu süren cinayetler içinde ikinci bir Moğol İstilâsı yaşanmışçasına eritilmesi şeklindeki derin sosyal travma ile en başta, hele de son 100 yılda daha bir yüceltilen arap kavmiyetçiliği ideolojisi de iflâs etmişti.
***
Bu tükenmişliğin bir yerden patlak vermesi kaçınılmazdı. Nitekim, Miladî-2011 yılı baharında Tunus’ta başlayan büyük sosyal çalkantı, Gen. Zeynelâbidin bin Ali’nin 24 yıllık ve temellerini Habib Burgiba’nın attığı 56 yıllık rejimin küllerini de havaya savuruverdi. Bu çöküş, hele de aynı dili konuşan arap halkları arasında yeni bir heyecan ve diktatörlük rejimlerinde ise sıranın kendilerine de geleceği şeklinde bir korku tayfunu oluşturdu ve bu tayfun 90 milyonluk Mısır’a da ulaşınca, Husnî Mubarek’in 30 ve temellerini Cemâl Abdunnâsır’ın attığı 60 yıllık diktatörlük rejimi de bir mukavva kale gibi yıkılıverdi!
Dünyada ‘Arap Baharı’ olarak isimlendirilen gerçekte ise halk iradesine dayanmaksızın tepeden inmeci yöntemlerle iktidara gelmiş olan yığınla arap rejimlerinin temelleri artık bu zincirleme ‘halk patlamaları’yla sarsılmaya başlamıştı.
Nitekim bu ‘halk patlamaları’, sonunda, Libya’ya da ulaşmış ve (27 yaşında bir teğmen iken, 1969 yılında bir askerî darbe yapıp iktidarı ele geçiren) Albay Muammer Gaddafî’nin 42 yıllık diktatörlük rejimi de içerdeki muhaliflerin ve NATO başta olmak üzere dış güçlerin elbirliğiyle ve kanlı bir şekilde yıkılmış, Gaddafî korkunç şekilde öldürülmüştü.
***
Libya’yı, Yemen’deki 34 yıllık Ali Abdullah Sâlih rejimine karşı yükselen ‘halk patlaması’ takip etmiş ve kanlı mücadeleler sonunda Sâlih de iktidarı bırakıp, Suûd rejimine sığınmıştı. Bahreyn’deki ‘halk patlaması’nı ise Suûdî rejimi kanlı bir askerî müdahaleyle söndürmüştü.
Bütün bunlar 4-5 ay içinde oluvermişti.
Sıranın 50 yıllık Suriye Baas rejimine ve (Baba-Oğul) Esed Hanedanına da geldiği anlaşılıyordu.
O süreçte, Erdoğan Türkiyesi, Dışişleri Bakanı Davutoğlu’nu Şam’a 4-5 kez göndererek aynı tayfuna yakalanılmaması için alınması gereken tedbirler konusunda yardımcı olmaya çalıştı amma.. Beşşar Esed rejimi, sivil protestocuları bombardıman ederek karşılık verince, ipler koptu.
Bu hadiseler hatırlanmadan Suriye Buhranı’nın geldiği yeni merhale anlaşılamaz.
(Bu konuya yarın da devam edeceğiz, inşaallah..)