Müslümanlar niçin çatýþýyor?

Ýslam dünyasýna dair hem bilgisi hem de hamiyeti güçlü olan Süleyman Gündüz bey, Yeni Þafak’taki bayram yazýsýnda Müslümanlar arasý çatýþmalarýn vehametine deðinerek þöyle diyordu:

Kabul edelim veya etmeyelim, Ýslam dünyasý dört gruba ayrýlmýþ durumda. Bu gruplar; Ehli Sünnet, Ehli Þia, Ehli Selef ve Ehli Seküler anlayýþa sahip. Taraflar birbirlerine karþý acýmasýz bir savaþa tutuþmuþlar.”

Doðru bir tespitti bu. Çünkü gerçekten de Suriye’den Mýsýr’a, Libya’dan Afganistan’a Ýslam dünyasýnýn dört bir yanýnda kanlý ihtilaflar var. Sadece Süleyman beyin teþhis ettiði dört ana grup (Sünniler, Þiiler, Selefîler ve Sekülerler) deðil, bunlarýn alt kümeleri de birbiriyle çatýþabiliyor. Kimi zaman silahla ve bombayla, kimi zaman sözle ve baskýyla.

Peki nedendir bu halimiz? Sebep ne?

Kuþkusuz cevabýn bir kýsmý “Batý emperyalizmi”dir. Batý, evvela, Osmanlý-sonrasý dünyada çizdiði yapay sýnýrlar ve geride býraktýðý dikta rejimleri ile çatýþma tohumlarý atmýþtýr. Sonra da, iþgalleri ve bir grubu diðerine karþý destekleyen müdahaleleri ile “fitne” körüklemiþtir.

Ancak kritik nokta þu ki, biz bu “dýþ faktör”ü teþhis ve tel’in edince pek bir þey deðiþmiyor. Batý, bizim dediðimize göre deðil, kendi bildiðine göre hareket ediyor. Deðiþtiremediðimiz bir “deðiþken” var yani o tarafta.

Oysa sorunun deðiþtirebileceðimiz bir yönü de var: Kendi tavrýmýz, kendi zihniyetimiz.

Hak ve Batýl

Bence, Ýslam-içi ihtilaflarýn bu kadar çok ve þedit olmasýnýn bir sebebi, her ihtilafý bir “hak-batýl mücadelesi” gibi görme eðilimi. Yani, bir tarafýn mutlak iyi ve doðru, diðer tarafýn mutlak kötü ve yanlýþ olduðu zanný.

Oysaki, bana sorarsanýz, bir tek peygamberlerin davasý katýksýz “hak-batýl mücadelesi”dir. Onun dýþýnda mutlaka dünyevi çýkarlar, beþeri hatalar, mâlâyani dertler devreye girer.

Öyle ya, sahabenin giriþtiði Cemel Savaþý’nda ayýrabilir misiniz kimin “hak” kimin “batýl” olduðunu? Bir tarafta Hz. Ali, bir tarafta Hz. Âiþe varken?

Doðru tutum, bana sorarsanýz, dünyevi ihtilaflarý “hak-batýl” düzlemine çýkarmamak, kendi tarafýna bir “yanýlma payý” ve dolayýsýyla “uzlaþý marjý” býrakmaktýr.

Dahasý, “Hak bendedir” diye ortaya çýkanlarýn, aslýnda Hak’ký mý, yoksa kendilerini mi yücelttiðini biraz sorgulamaktýr. “Allah’a hizmet etmek” ile “Allah’ý kendine hizmet ettirmek” arasýndaki sýnýr çok ince, ama çok da derindir çünkü.

Devlet ve sýnýr

Üstte belirttiðim bu “ilahiyat” temelli sorun kadar, bir de “siyaset” temelli bir sorun var bizim coðrafyada: Siyasi liberalizmin “sýnýrlý devlet” ve “tarafsýz devlet” ilkelerinin yokluðu.

Bu ilkeler, insanlara bir garanti vermek için vardýr: Devlet, her kimin elinde olursa olsun, hayatýnýza karýþamayacak, hak ve özgürlüklerinizi tehdit edemeyecektir. Ýktidarda kimin olduðu, bir hayat-memat meselesi deðildir yani. (Onun için çoðu insan zahmet edip oy bile vermez ABD’de; seçimi kimin kazandýðý çok mühim deðildir çünkü.)

Ama bizim coðrafyada devlet o kadar “sýnýrsýz” ve o kadar “taraflý”dýr ki, onu “eline geçiren” ihya olurken onu kaybeden de zelil olur. Ýktidar savaþý çok þiddetli ve hatta kanlý geçer o yüzden.

Batýlýlar bu kötü tecrübeyi yaþadýklarý (yani birbirlerini yüzyýllarca boðazladýklarý) için vardýlar zaten liberalizme, bir çözüm olarak.

Kritik soru þu ki, biz de ayný tecrübeyi illa dibe vurana kadar yaþayacak mýyýz? Yani, Süleyman Gündüz bey’in dediði gibi “Müslümanlar bir gün birbirlerini öldürmekten yorulacaklar ve mecburen akl-i selim galip [mi] gelecek”?

Ya da akl-i selimi þimdiden galip getirebilecek miyiz?

NOT: Ýzninizle, iki hafta yýllýk izin kullanacaðým. 2 Eylül’de yeniden görüþmek dileðiyle.