Mustafa ağabey

Onu şiirlerinden, denemelerinden, edebiyat sorunları üzerine kaleme aldığı yazılarından, öykülerinden, çıkardığı “yıllık”lardan ve elbette romanlarından tanıyorsunuz.

Mustafa Miyasoğlu’ndan söz ediyorum.

Şiiri konusunda söz söylemeye yetkili değilim; ama daha çok “romancı” kimliğiyle temayüz etti.

Yayımlanmış beş romanı var.

İki öykü, iki şiir, sayısız deneme ve inceleme kitabı...

Nedense ben, “Kaybolmuş Günler”i kendime yakın bulurdum; belki de bizi hayatın iğvasından sakındırıp kitaplara, büyük dramlara, olmadık çelişkilere ve hüzünlere yönelttiği için...

Unutulmaz Beşir Güner tiplemesini anmalıyım hemen burada.

Meursault gibi, Kirilov gibi, hatta “lanetli kız” Caddy gibi “zamanımızın” kahramanlarından biri Beşir Güner; roman sanatı için, “insanlık durumuna ilişkin olandır” diyen ustayı doğrulayan bir tip...

Roman, çünkü, derin çelişkilerden, irrasyonel karşıtlıklardan beslenen bir sanattı ve Kemal Tahir’in benzetmesiyle “drama düşmüş insanı” konu edinmek zorundaydı.

Miyasoğlu, büyük bir roman olan Kaybolmuş Günler’den sonra, daha sıradan, daha alışıldık olaylara yöneldi ve projektörlerini “bizden” olan insanların büyük dramlara kapalı, alelade, bildik tanıdık hayatlarına, hikayelerine çevirdi.

Hesaplanmış, kurgulanmış, sonuçları alınmış bir “tercih”ti.

Nitekim “Dönemeç”, “Güzel Ölüm” ve “Bir Aşk Serüveni” bu tercihin ortaya çıkardığı romanlardı.

Miyasoğlu, sıradan insanların sıradan öykülerini ele alırken, kültür ve medeniyet sorunlarını ıskalamadı elbette.

Çünkü, sözü ve “meselesi” olan bir yazardı Miyasoğlu.

Hep bu “mesele” etrafında ördü romanlarını.

Son romanı (yayımlanmış son romanı) “Yollar ve İzler”i okuduktan sonra, şu satırları karalamıştım:

Miyasoğlu bu kez (“Kaybolmuş Günler”den ve “Dönemeç”ten farklı olarak), taşrayla büyük kent arasında “bölünmüş” (var olamamış) insanları değil, büyük kentte “yerleşiklik” kazanmış ve “değerlerle” teçhiz edilmiş insanları anlatıyor.

Romanda, tahmin edeceğiniz üzere, büyük olaylar, büyük yıkımlar, büyük tenakuzlar yok.

“İnsan” var...

Taşra kökenli, dindar, kentte var olmak isteyen ve bir kapıya “bağlanabilmiş” insanların alelade ama “temiz” hayatları...

Roman, “Meram rüyası”yla başlıyor ve “sürprizli” Konya ziyaretiyle sona eriyor.

Bir “yol romanı” aynı zamanda...

Hem İstanbul’dan Konya’ya, hem de günümüzden tarihe ve Osmanlı başkentlerine yolculuk...

Miyasoğlu, “eski başkentlerimizin yollarına düşen insanlar”ın serüveninde, “bu ülkenin kalbine doğru” yeni bir yolculuğa çıkarıyor insanları.

Bu yazım üzerine Mustafa ağabey aramış, “Beşir Güner’e ne olduğunu sorsalardı, herhalde yerleşiklik kazandığını ve bir kapıya bağlandığını söylerdim. Beşir Güner Yollar ve İzler’de yaşıyor şimdi” demişti.

Bir anlamda kendi romancılığını, romancılığındaki uğrak noktalarını özetlemişti.

Beni de sevindirmişti tabii.

Son görüşmelerimizden birinde “Mimar Sinan’ın romanını” yazdığını söylemişti. İddialı bir eser olacaktı. Birkaç kez telefonda romanın akıbetini sormuştum. “Zor kısımları tamamladım, yakında biter” demişti.

Galiba bu romanı tamamlayamadan aramızdan ayrıldı

Has bir insandı Mustafa Miyasoğlu.

Has edebiyatçıydı.

Has ağabeydi.

Dosttu.

Bu has ağabeye “görevlerimizi” (görevlerimizi) yerine getirmemenin üzüntüsünü ve huzursuzluğunu yaşıyorum şimdi.

Allah rahmet eylesin.

Mekânı cennet olsun.