Dedem, adý Hüseyin, lakabý Yüzbaþý’dýr, Zonguldak’ta, madende çalýþmýþlýðý vardýr. Muhammed amcam, madenden emeklidir. Zonguldak dahil, Türkiye’de bir çok madende çalýþtý.
Ýkisi de, ihtiyarlamadan öldü.
Bizim memlekette, ‘Zonguldak hastalýðý’ denir. Ciðerlerin kömür tozu olur. Ama yoktur baþka ümidin. Ya ekmek parasý için, ya baþlýk parasý için, gidersin, gençliðini tüketir, ömrünü çürütür, gelirsin.
Türküsü bile var: Andýr peytamal kalsýn Zonguldaðýn parasý...
Bizden bir önceki kuþaðýn, babamýn akranlarýnýn çoðunun böyle hikayeleri vardýr.
Çalýþýr mýsýnýz madende?
Evinize ekmek götürmek için yerin beþ yüz metre, bin metre, iki bin metre altýna girer misiniz? Orada her gün saatlerce külünk ya da kazma, kürek, sallar mýsýnýz?
Allah insanlarý iþsiz ve aþsýz etmesin. Baþka çare bulamayýnca sallarsýn.
Ama yerin üstünde bir iþ bulursan sallamazsýn.
Bir lütuftur, insanlarýn o karanlýða girip, o savaþa girip, mesai bittiðinde simsiyah, ama gülümseyen bir yüzle çýkmasý. Diðer insanlar için yapýlan bir fedakarlýktýr.
O akþam, yüzlerce insan, çýkamadý ocaðýn aðzýndan.
Bir cehenneme dönmüþtü dehlizler, dayanamadýlar, yýkýldýlar ve birer birer, ruhlarýný teslim ettiler.
O sabah, gazetede, bütün arkadaþlarýmýn yüzünde, o büyük acýnýn rengi vardý. Herkes yýkýk.
Konuþtuk. Çocuklar, hepsi, dokunsan aðlayacak.
Büyük acýnýn karþýsýnda, hüzün yüklü, saygý yüklü bir sessizlik.
“Bugün, politika yapmayalým. Gazetede politik bir þey olmasýn. Acýmýzý paylaþalým. Bu hassasiyeti bütün sayfalarýmýzda gözetelim.”
Böyle karar ettik. Böyle yaptýk.
Millet de böyle yaptý.
Acý duydu.
Sadece can veren madenciyi deðil, evinin direði yýkýlmýþ kadýnýn, babasýz kalmýþ çocuðun, oðulsuz kalmýþ annenin çaresizliðini de görerek...
Ýnsanlar, böyle yapar.
Fakat biz, ne kadar saygýsýz, ne kadar sefil olmuþuz?
Ölünün cansýz bedeninden siyaset mi emilir?
Ne hayýr umulur öyle necis siyasetten?
Biz, kullarýz. Kulluktan büyük rütbe bilmeyiz.
Ne ruhbanýz biz, ne þaman hatta ne de totem.
‘Müstehak’ demeye cüret etmeyiz.
Evine ekmek götürmek için yerin altýna giren adamýn yaptýðý, ulvi bir iþtir, ona saðlýðýnda da ölümünde de dil uzatmayýz.
Ne demek müstehak?
Haþa, Razzak-ý Alem misin sen?
‘Ne þehit, ne gazi, bunlar niyazi.’
Büyük bir cüret var bu sözlerin içinde ve gizli bir sevinç.
‘Baþkasýnýn ölümü’nden duyulan zehirli bir sevinç.
Hem sevmiyorsun, hem seviniyorsun hem de o ölümlerden siyaset çýkarmaya uðraþýyorsun.
Ýnsan, bu kadar kirlenebilir.
Hadi onlar cahil. Mektep medrese görmemiþler.
Ya mektep medrese görene ne diyeceðiz?
‘Müstehak’ demeden ‘müstehak’ demenin bir acayip numunesi.
Ne büyük bir ihalenin altýna girmiþ.
Ne büyük bir ‘takdir’de bulunmuþ.
Rapora, incelemeye, teftiþe hiç lüzum yok. Facianýn sebebini, hikmetini, her þeyini Ayet-i Kerimelere, Hadis-i Þeriflere, kýssalara istinad ederek yazmýþ.
‘Bunlar müstehak’ demekle veya ‘Ne þehit ne gazi, bunlar niyazi’ demekle ayný þey mi?
Tabii ki deðil.
Ama çok cüretkar.
Bir ‘takdir’in neye mebni olduðunu tayin etmek aðýr iþtir.
Diyelim, tayin ettik.
Senaryo’yu yazdýk.
Kast’ý kim yapýyor?
Ne kadar eminiz, bütün ‘iyi roller’in bize verileceðinden.
Ya acele ediyorsak ‘hüküm’ vermekte?
Bu iþler, televizyona filim senaryosu yazmaya benzemez.
Ne demiþtim?
‘Müstehak’la ayný þey deðil.
Ama, bir ‘paralellik’ var.
Gördünüz mü? Neyle uðraþýyoruz?
Ýnsanlarýmýzýn hüznünü yaþamaktan buna sýra gelmemeliydi.