Yakup Köse
Yakup Köse
ykose@stargazete.com
Tüm Yazıları

Mütefekkir ihtiyacı

Amerika Birleşik Devletleri’nde 11 Eylül hâdisesi olduğunda cezaevindeydim. Bulunduğum kısıtlı şartlarda hâdisenin teferruatlarını öğrenmek için hücreye getirttiğim gazeteleri satır satır okuyor, satır aralarından kendimce tahliller yapıyordum. Hangi gazete olduğunu şimdi hatırlayamayacağım bir gazetedeki haber dikkatimi çekmişti. Haberde, 11 Eylül’de ikiz kulelere saldırı olacağı bilgisinin istihbarat servisine gelen binlerce ses kayıtları arasında olduğu ama zamanında ses kaydının çözümü ve değerlendirilmesi yapılamadığından eylemin engellenemediği yazıyordu. Merak etmeyin, komplo teorilerine girecek değilim. Hiç de sevmeyen “halamın bıyığı ol-

sa amcam olurdu; olurdu da ne olurdu” muhabbetlerini. Haberdeki “saldırı olacağı istihbarat servisine gelen binlerce ses kayıtları arasında olduğu ama zamanında ses kaydının çözümü ve değerlendirilmesi yapılamadığından...” bilgisi derdimi anlatmama vesile olacağında mezkûr hâdiseyi mevzûubahis ettim. 

Müslümanlar’ın 11 Eylül’ü, yüzyıllar önce, Üstad Necip Fazıl Kısakürek’in ifâdesiyle “aşk ve vecdini” kaybedince oldu. Bilgi zannedilen parçalarda boğulmakla oldu. Bütünde derine inme değil de parçada genişlemenin derdine düşülünce oldu. Hele günümüzde, her taraftan bilginin yağdığı bir zamanda, her şeyde olduğu gibi bilgide de karşısındakini ezme içgüdüsüyle öğrenme hırsı ve anında tüketme çılgınlığı acizliğimiz oldu: Onu da öğreneyim, bunu da öğreneyim... Tamam öğren de peki sonra? İşte görüyoruz, her köşe başında bilgiyi bünyeleştirememiş öznelerin bilgiyi ağız yoluyla dışarı atıp ortalığı pisliğe buladıklarını. Sifonu çekseler bari!..

Şu an Müslümanlar olarak sıkıştığımız nokta, bir tıkla ulaşma imkânı olan sayısız bilginin hamallığını yapıp altında mı ezileceğiz, yoksa bilgiyi bünyeleştirip insanlığa sunacağımız bir dünya görüşüne malzeme mi yapacağız? Yaptığı ilmi çalışmalarla tanınan, çeşitli yerel ve uluslararası ilmi kuruluşların başkanlığını ve yöneticiliğini yapan Profesör Mahmud Erol Kılıç bu sıkışmışlığın farkında olarak İslâm dünyasının acil mütefekkir yetiştirmesi gerektiğinin ikâzını yapıyor. 2012 senesinde Yeni Şafak Gazetesi’ne konuşan Kılıç, Müslümanlar olarak eksikliğimizi çok güzel tespit etmiş: “İslâm dünyasında acilen mütefekkir yetişmesinin şartları hazırlanmalı. Salt hadîs ilmi, fıkıh ilmi okuyan kişiden tefekkür çıkmaz. Hepsine saygı duyuyorum ama İslâm dünyasının bugün ihtiyacı olan ne daha fazla molladır ne de muhaddis. Hadîs külliyatı artık elimizdedir. Arkeolojik kazı yapılarak yeni bir hadîs mecmuası bulunacak değil. O hadîslerin ruhunu açığa çıkarmaya ihtiyacımız var. Dini kaynaklarda bahsedilen şeylerin yorumunu, sentezini yaparak çağa bir söylem haline getirecek düşünürlere ihtiyaç var. Tefekkür olmadığı zaman araç olan ilimler amaç haline gelir. Fıkıh öğrenmek araçtır ama bugün amaç haline gelmiştir.”

Aynı röportajda Tuğrul İnançer Hocaefendi de mütefekkir yetiştirememekten yakınıyor: “Hiç mütefekkir yetiştiremedik. 90 senedir peşinden gidilecek, kitleleri sürükleyecek bir adam yetişmedi. Bizim gençliğimizde peşinden gidilecek 2 sembol isim vardı. Biri Necip Fazıl, biri Nazım Hikmet. İkisi de Osmanlı aydınıdır.”

Her iki kıymetli ismin de mütefekkir eksikliğinden bahsetmelerinin bende uyandırdığı heyecanla, o dönem Milat Gazetesi’ndeki köşemde “Mütefekkir” başlıklı yazı kaleme almıştım. Gerçi o günden beri gerek Prof. Kılıç’ın gerekse İnançer Hocaefendi’nin “mütefekkir” bahsi üzerine yeni açıklamaları olmadı ama bu mevzu, başkanlık ve yeni sistem tartışmaları olduğu bir demde köpürtülmeli.

Türkiye ve dünya yeni bir doğuşa gebeyken, Mütefekkir Salih Mirzabeyoğlu’nun “Büyük Muztaribler” adlı eserinin 1. cildinde “Mütefekkirin mektebi, hekimin eczâhânesi gibidir; oraya zevk duymak için değil, kurtaran ıstırabı çekmek için gidilir” dediği mütefekkir mektebine gidilmezse yeni diye oturduğumuz koltuk korkarım ki eski koltuk çıkacak! Sonra da, “Aaa, aradığımız bu eczâhânede varmış” diyeceğiz ama kuleler çoktan yıkılmış olacak...