Muzaffer krallar mı, yas tutan kadınlar mı yazar tarihi

Milattan önce 7. yüzyılda yapımı başlamış Çin Seddi’nde işittim onun eski, çok eski hikayesini. Meng Jiangnu adlı bu kadın, yaş olarak bizlerden tam 800 yıl büyük, aramızdaki uzun zaman koridoruna binlerce ejderha kanadı sığar, binlerce nilüfer gölü, binlerce yağmur günü... 

Evlendiği günün gecesinde dayanırlar İmparatorun tellalları kapılarına. Kocası Wan İxiliang’ı Çin Seddi’nin yapımında çalışacak askerlerden birisi olarak çağıran uğursuz haber, ayırır onları birbirlerinden. Meng Jiangnu o telaşla gelin tacı olarak saçlarına taktığı zümrüt tokasını tam ortadan ikiye bölerek verir kocasına... Günler, aylar ardı ardına geçerken ayrılık sızısıyla, bir gece düşünde kocasını görür bahtsız gelin. ‘’Çok soğuk, üşüyorum’’ diyen rengi ruhsarı solmuş genç damadın hayaliyle uyanınca karısı, gördüğü kabusu hayra yormak üzere kumaşlardan biçtiği bir gömleği sabaha kadar yetiştirir. Gömlek bittiğinde seherin ilk ışıkları odaya düşünce fark ettiği şeyse yüreğini yakar; yarısını kırıp da sevdiğine verdiği zümrüt toka, durduğu yerde paramparça olmuştur. Herşeyi hayra yormak gerektiğini fısıldayarak kendisine, erkence yola çıkar toy gelin... Çin Seddi’nin binlerce menzilden sonra denize ulaştığı Shanhaiguan Geçidi’ne kadar yürür ve orada çalışan askerlerden kocasını sorar... Wan İxiliang ölmüş ve İmparatorun emriyle diğer ölen işçiler gibi Seddin harcına karıştırılmıştır oysa o sabah... Bu acı haberle yıkılan genç kadın dizlerinin üzerine çöküp öyle ağlar öyle ağlar ki, döktüğü gözyaşıyla Seddin taş merdivenleri erir, yıkılır. Enkazın içinden sıyrılan taze cesetler arasından kocasını derhal tanır Meng Jiangnu, avucunda karısının zümrüt tokasını sımsıkı tutmakta olan ölü damadı kucaklar ve Çin Seddi’nin denize çıktığı Shanhaiguan burçlarından aşağı, denize kayıverirler birlikte. Onları bir daha kimsecikler bulamaz...

***

Kaç imparator, kaç kumandan, kaç beylerbeyi geçmiştir kim bilir bu hikayenin üzerinden. Çin Seddi’ni ağlayarak, tuttuğu yas ile yıkan bu kadının öyküsüne ise zaman bile kıyıp sırtını dönememiştir adeta. Herkes gelip geçmiş, bir tek o genç gelinin aşkı ve tuttuğu yas kalmıştır geride...

***

Karşıtlıklar üzerinden anlamaya çalışırız hayatı, doğayı, evreni. Paradigma dediğimiz şey, tekrarlamalar ve istatistiklerle onaylaya onaylaya biriktirdiğimiz birşeydir. Onun bir görüş biçimi, sınanmaya her daim açık bir teori veya üretilmiş bir varlık modeli olduğunu zaman içinde unutarak, yegane gerçekmiş, baştan beri böyleymiş ve hep de böyle kalacakmış, sarsılmaz ve hiç de kırılgan olmayan bir mutlakmış gibi davranmaya başlarız... Böylece simülasyon gerçeğin yerini alır, birbiriyle çatıştırılan karşıtlıkların hengamesinde, bu oyunu kuranların iktidarı, gücü, erki arttıkça artar, onaylandıkça perçinlenir...

Ama evrenin yatışmazlığı prensibi sağolsun ki; biz buna kelebek etkisi de diyebiliriz, hiç hesapta olmayan 3. bir kişi aniden girince oyuna, savaştan hiç de anlamayan Meng Jiangnu isminde bir kadının öyküye girişi gibi mesela... Birden işler seyrini değiştirir. Türklerin, Moğolların elbirliğiyle tüm Kuzeyden gelen cengaverlerin yıkıp da bir türlü paralayamadığı o koskoca Çin Seddini, genç bir gelinin döktüğü gözyaşları darmadağın ediverir...

***

Belki de 800 yıldır anlatılmakta olan bu masal, hiç yaşanmamıştır. Ama zenginlerle fakirler, güçlülerle güçsüzler, imparatorlarla tebalar, yargıçlarla mahkumlar, yönetenlerle yönetilenler, çoklarla azlar arasında ezberlediğimiz bu en eski hikayelere, insanlığın vicdanı da katılır sessiz ve derinden. O vicdan; aşkı, fedakarlığı, şefkati, vefayı, anneyi, kadını çıkartır sahneye. Tüm mağlubiyetlerimizi onarmak adına yüreğimizden fışkıran makbul bir duaya benzer, paradigmayı çökertecek bu altın vuruş...  

Vurduğu anda bile aslında vurmayan.

Vazgeçen. Kaçınan. Güç oyunundan çıkarak, ezberi bozan.  

Başlıktaki “tarih yazmaya” dair iddialı soruya; “bir de yazılı olmayan sözlü tarih vardır” diye cevap vermek istiyor canım. Büyük iddialar yeterince yakmadı mı canımızı?

Anneannem geliyor aklıma. “Mal da yalanmış mülk de yalan, var biraz da sen oyalan” ilahisini mırıl mırıl söyleyen...  

Not: Bu yazı, sosyal medyada “kadın ve siyaset” yazışmasını yapan sevgili Cihan Aktaş ve sevgili Ayşe Böhürler’e mütevazi bir masalla eşlik etmek üzere kaleme alındı.