Kim ne derse desin, Türkiye’nin barýþ için elinin en güçlü olduðu dönemdeyiz. CHP’nin sürpriz biçimde attýðý adýmýn nereye kadar devam edeceðini bilmiyoruz. Ancak böyle bir adýmýn varlýðý bile sorunun çözümüne ciddi katkýlar saðlayacaktýr.
Ýki gündür þehitlerinin acýsýyla yanýp kavruluyor Türkiye. Saldýrýnýn zamanlamasýna dikkat çekenler, Baþbakan Tayyip Erdoðan’ýn kritik G-20 zirvesinden, Murat Karayýlan’ýn son açýklamalarýna kadar bir dizi geliþmenin altýný çiziyor.
Kuþkusuz bunlarýn hepsi manidar. Baþbakan’ýn Aralýk 2009’daki kritik Obama görüþmesine birkaç saat kala gerçekleþen Reþadiye saldýrýsý, 2010’da Güney Amerika’da iken ortaya çýkan Ýskenderun saldýrýsý ve daha pek çok örnek bunu gösteriyor. PKK ya da örgütün bir kanadý, Türkiye’nin kritik gündemiyle eþ zamanlý bir eylem planlamasý yapýyor.
Gücü ya da toplumsal tabaný ne olursa olsun, bir örgütün böyle bir planlamayý tek baþýna yapacaðýný düþünmek herhalde akýllýca olmaz. Usta gazeteci Avni Özgürel’in örgütün sahadaki bir numaralý ismi Murat Karayýlan’la gerçekleþtirdiði röportaj, yazýnýn baþýnda söylediðim gerçeðe iþaret ediyor aslýnda. Türkiye’nin barýþ için elinin en güçlü olduðu zamandayýz. Son Daðlýca saldýrýsý, kelimenin tam anlamýyla tersine bir psikoloji oluþturmak için planlanmýþ görünüyor.
Bu tür sorunlarýn üzerine giderken, öncelikle bakýlmasý gereken yer, siyasetin gücü ve sorunu ne kadar doðru analiz ettiði. Geçmiþin güvenlik merkezli politikalarýný, farklý araçlarla zenginleþtirme konusunda hayli ciddi bir gayret var. Ancak bu gayretin sorunu kuþatacak bir akla dönüþtüðünü söylemek kolay deðil.
***
Ýþi getirip ‘Ne oldu müzakereciler þiþtiniz mi?’ noktasýna taþýyanlarý ciddiye almak mümkün deðil. Ancak belli ki ýsrarla altý çizilen bu ‘müzakere karþýtlýðý’ da bir ‘proje’nin parçasý.
Türkiye’nin öne çýkardýðý ‘terörle mücadele, siyasetle müzakere’ planý, doðru ve yerinde bir adýmdýr. Geçmiþte terörü sýfýrladýklarýný iddia edenlerin hala savunduðu ‘Devletin gücünü gösterelim, sorun çözülür’ tezini hatýrlarsak; þu sýralarda pek bir gürültü patýrtý çýkaran ‘müzakere karþýtlarý’nýn geldiði nokta üç aþaðý beþ yukarý aynýdýr.
Her þeyden önce müzakere eden deðil, edemeyen devlet güçsüzdür. Müzakere, akýl, tecrübe ve derinlik ister. Dahasý söz konusu soruna tüm boyutlarýyla hakim olmanýzý gerektirir. Eðer ortalýkta gezen müzakere eleþtirileri bu yöndeyse, sonuna kadar eyvallah. Çünkü Türkiye’nin henüz bu alanda yeterince bir tecrübeye ve derinliðe sahip olmadýðý endiþesini ben de paylaþýyorum.
Yok eðer bu müzakere düþmanlýðýnýn baþka nedenleri varsa; sözgelimi siyasi iradenin bu anlamda güç kazanmasý ve sorunu çözüm sürecine sokarak elini güçlendirmesi birilerini rahatsýz ediyorsa, iþte orada duralým. Bu baþka bir akýldýr, baþka bir projedir ve de kimseye faydasýnýn olmayacaðý daha þimdiden bellidir.
CHP’nin ilk kez ciddi bir sorun üzerinden AK Parti’yle masaya oturmasý, kimilerini ciddi ölçüde rahatsýz etmiþ görünüyor. Oysa Baþbakan Erdoðan’ýn Meksika’da söyledikleri çok açýk: ‘Þu noktada özellikle parlamentoda grubu olan siyasi partilerle atacaðýmýz adýmlar çerçevesinde, tüm medyasýyla, sivil toplum kuruluþlarýyla el ele vermek suretiyle atacaðýmýz adýmlar çerçevesinde bu iþi er veya geç baþaracaðýz.’
CHP ve Kemal Kýlýçdaroðlu, bu konuda parti içindeki çekiþmeleri bir kenara býrakýp attýðý adýmýn arkasýnda durabilirse, Türkiye sadece Kürt sorununda deðil, tüm kritik baþlýklarda ihtiyacý olan ‘siyasi aklý’ daha güçlü biçimde inþa edebilecektir.
Son söz; müzakere akýldýr ve akýl en çok güç sahibine yakýþýr.