Nasıl bir Türkiye istiyoruz?

DEMOKRASİNİN en önemli nimetlerindendir seçim. Çoğu kere ülke, seçimler vasıtasıyla kendini yeniler ve tazeler. Bugün vereceğimiz oylar bir tıkanmayı aşmanın yolu olarak da görülebilir. Gelin biz buna yeni bir yenilenme diyelim. 

Oy verirken hayalimizdeki Türkiye’yi kurmaya yönelik bir adım attığımızın da farkında olmalıyız. Bu bilinçle kullanılacak oyların Türkiye’yi çok iyi bir geleceğe taşıyacağından emin olmak gerekiyor. Bu bilincin en iyi iki örneği olarak 1950 ve 2002 seçimlerini sayabiliriz.

Nasıl bir Türkiye hayal ettiğimizi çeşitli kategoriler etrafında ele alabiliriz. Gelin bugün ülkemizin daha çok yüz yüze olduğu sorunlar etrafında konuşalım. Güneydoğu sınırlarımızda bir şeyler döndüğü ortada. Türkiye’nin toprak bütünlüğü Irak ve Suriye’nin toprak bütünlüğü ile doğrudan ilgili. Bir taraftan PKK’nın bir kolu olan ve PYD denilen örgütün ilan etmeye kalktığı kantonlar sorunu diğer taraftan İŞİD vahşeti önümüzdeki en önemli sorunlardan biri. Kararlı bir duruş gerekiyor. PYD, ilan ettiği üç kantonun arasındaki diğer bölgeye gözünü dikmiş vaziyette.  Amerika’nın İŞİD’i bahane ederek PYD’ye verdiği destek en can sıkıcı konulardan biri olmaya aday. Bu sorunların üstesinden gelecek kadrolar sizin oyunuza muhtaç.

Terör sorununu yukarda söz ettiğimiz olaylardan bağımsız ele alamayız. Barışa evet, ama barış barış derken PKK’yı masum gösteren ve ortadaki cinayetleri devlete yıkan anlayışa hayır... Şimdiye kadar dillendirmeye yanaşmadıkları silah bırak çağrısını seçime doğru yeniden kürsülere taşımak barışseverleri istismar değil de nedir... Devlet elbette merhametli ve müşfik olmak zorundadır, ama zalimlere karşı gücünü de hissettirmelidir. Çözüm süreci bu konuyu biraz geri plana ittiği için yaşamıyor muyuz bugünkü terör sorunlarının bir kısmını? Son zamanlardaki temizlik bu eksikliği gidermek için olsa gerek... 

İşte oy verirken göz önüne almanız gereken bir husus daha...

İnsanlar haklı olarak bir taraftan ülkenin birlik ve beraberliğini düşünürken bir taraftan da geçimini ve geleceğini düşünmek durumundadır. Yarınlara güvenli bakabilmenin şartları arasında güçlü bir ekonomik yapıyı da gözetir kalabalıklar. Sadece kendi cebine girene değil ülkenin cebine girene bakmak gibi bir haslete sahiptir milletimiz. O halde hangi partinin popülizme kapılmadan ülkenin kaynaklarını daha iyi değerlendireceğine ve yeni kaynaklar yaratacağına da bakacaktır. Yunanistan’ın içine düştüğü iktisadi bunalımı kim yaşamak ister... O halde ‘nasılsa iktidar şansım yok’ diyerek bütçe dengelerini sarsacak vaatlere prim vermesini beklemek halkımıza yapılmış bir haksızlık sayılmaz mı? Kaynakları verimli kullanmanın ilk şartı yolsuzluklardan uzak durmak değil midir?  Halkın vicdanının kabul etmeyeceği, hukuka değil ama kanuna uygunmuş gibi gözüken kararlarla iş yapmak eninde sonunda bu milletin hesabını soracağı davranış biçimleridir. İşsizliğe çare olacak, yatırımların önünü açacak, insanları israfa değil tasarrufa yöneltecek partilerin gözü sizin oylarınızda...

Gücünü hukuktan alan yönetimler iç ve dış sorunlarla uğraşırken güven içinde hareket eder. Elbette bu hukukun uluslararası standartlara kavuşturulmuş olması önemlidir. Ancak ihtilallerle gelen yönetimlerdir kendi hukukunu belirleyen. Bu bile önemlidir, ihtilal hukuku bile olsa insanlar neye tâbi olacaklarını önceden bilirler. Bundan da kötü olan keyfi ve sınırı olmayan bir hukukla karşı karşıya kalmaktır. Benzer bir sıkıntı bir hukuk normunun keyfi yorumlarla farklı uygulamalarının ortaya çıkmasıdır. Bizde böylesi sıkıntılar yok dersek kendimizi aldatmış oluruz. Oylarınız partilere bu bakımdan yol gösterici olacaktır.

Türkiye kendi üreten ve kendi tüketen bir ülke olamaz. Dünyaya açık bir ülke olmak için şimdiye kadar yapılanları görmezden gelemeyiz. Ancak son zamanlarda bütün dünyayı Türkiye’ye kumpas kurmakla itham eden bir kampanyanın izlerini görüyoruz. Paranoya hali... Bu, sonuçta bizi içine kapanmış bir Türkiye’ye götürür. Böyle bir anlayıştan uzak durmalıyız. Uzak durmalıyız ama bunu temin etmek için en etkili yolun Avrupa Birliği ile ilişkileri sıcak tutmak ve müzakereleri düzgün bir yola koymak olduğunu da unutmamalıyız. Yukarda tasarrufları arttırmanın öneminden bahsettik. Bunun kısa sürede sonuç vermeyeceği belli. O halde Türkiye büyümek için gerekli olan sermayeyi nasıl sağlayacak diye de bakmak zorundayız. Kısacası dış sermaye akışına şiddetle ihtiyacımız var. Bu sermaye, her gün ölümlerle, suikastlerle, bombalarla, hukuk ihlalleriyle anılan bir ülkeye değil AB standartları için gayret eden, hukuken öngörülebilir ve şimdiye kadarki başarılarının buradan kaynaklandığının farkında olan bir ülkeye gelir. Oylarınızı verirken vaktiyle Türkiye’yi AB’ye taşıyanları ve müzakereleri başlatanları hatırlamayı unutmayın.

Oy verirken göz önüne alınması gereken ne çok konu var. Burada çok azını ele alabildik. Büyük bir ülkenin devasa sorunları olur elbette. Önemli olan çözüm potansiyeline sahip olmaktır. Bu bizde var.  

Seçimler yol gösterecektir, şüpheniz olmasın...