Selahaddin E. ÇAKIRGİL
Selahaddin E. ÇAKIRGİL
Tüm Yazıları

NATO Zirvesi'nden kalanlar ve dost-düşman çevrelerce Erdoğan değerlendirmeleri...

Dün sabah dünya haberlerine bakarken, -gaflarıyla meşhur ve 80 yaşında olan- Amerikan Başkanı Biden ile ilgili haberlerde artık kaçınılmaz hale gelen bir diğer tebessüm ettirici konu daha gündeme getirilerek, -Amerikan- Fox News'in haberlerinde, 'Biden, Litvanya'ya gaf dolu gezisinde Ukrayna'yı Rusya ile, Zelenski'yi Putin ile karıştırdı' deniliyordu. (Ki, Biden'ın, ileri derece yaşlılığının kaçınılmaz gaflarına yenilerini eklediği anlaşılıyordu. Geçen ay da İngiltere'ye 70 yıl hükmeden, Eylül-2022 başında ölen Kraliçe 2. Elizabeth için, 'Tanrı Kraliçe'yi, korusun...' temennisinde bulunması; ve bir senatörler grubuna hitap ederken, 2 yıl öncelerde ölen ve cenaze törenine bizzat da katıldığı eski bir senatör arkadaşının, orada olup olmadığını sorması; kezâ geçen ay da, gazetecilere, "Putin'in Irak'taki savaşı açıkça kaybettiğini" söylemesi gibi ilginç gafları da bu cümleden...)

*

Fox News'de -özetle- şöyle deniliyordu: 'Başkan Biden, savaşın ortasında Ukrayna'ya desteği artırmak için bu hafta Litvanya'ya yaptığı gezi sırasında, iki ulusun yanı sıra liderlerinin kafasını karıştırmak da dahil olmak üzere çok sayıda gaflar yaptı.

Biden, Litvanya'daki NATO zirvesinde konuşurken Ukrayna Devlet Başkanı Volodimir Zelenski'den "Vladimir" olarak bahsetti ve Zelenski'yi Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin ile karıştırdı. (Putin ve Zelenski'nin her biri aynı ismin farklı bir versiyonuna sahipler ve Ukrayna'da en yaygın kullanılan versiyon 'Volodimir'dir. )

(...) Başkan Joe Biden, (...) zirvenin ardından daha sonraki bir konuşma etkinliğinde de, Ukrayna'dan Rusya olarak bahsederek iki ülkenin kafasını karıştırdı. Biden, konuşmasında, "Rusya, yarın güçlerini Ukrayna'dan çekerek ve uluslararası sınırlarını tanıyarak ve Rusya'ya yönelik - insanlık dışı saldırılarını - durdurarak bu savaşı bitirebilir' diyor ve sonra da, 'Rusya derken Ukrayna'yı kastediyorum" diye düzeltme yapıyordu.

*

Evet, Amerika baştan beri, NATO'nun rakip tanımaz patronluğunu ele geçirdiği gibi şimdi de Amerikan emperyalizminin aç gözlülüğünden ayrı olarak, Biden'ın yaşlılık problemlerinin sonuçları için de devamlı teyakkuz halinde olması gerektiğinin idrakinde olsa gerek...

Ama NATO'nun en büyük probleminin bugün, üzerindeki Amerikan patronajı olduğu ortada... Amerika, 'NATO demek ben demektir ve burası benden sorulur, son sözü ben söylerim!' diyor. NATO'nun bütün temel askerî birimlerde en üst komutan 'Amerikalı' olur ve başka ülkelerin komutanlarının emrine de asla bir Amerikalı asker verilmez. Bu davranışların, tedavi kabul etmez nasıl bir 'megalomani'ye (bir kişinin veya toplumun kendisini en büyük görmek) şeklindeki ruh hastalığına) yol açacağını söylemek için illâ da 'rûhiyâtçı'/ psikolog olmaya gerek yok...

*

Karşı tarafa gelince... Rusya, NATO Zirvesi'ni ve burada alınan kararları, kendisi için bir tehdit ve tehlike olarak görmekte... Hattâ Rusya Dışişleri Bakanı Lavrov, 'Ukrayna'ya F-16 savaş uçaklarının verilmesini, nükleer tehdit' olarak değerlendirmekte... Bunun içindir ki Rusya sistemi içinde önemli bir yeri olan eski başbakan ve Putin'in en yakın çalışma arkadaşlarından Medvedev, 'NATO, 3. Dünya Savaşı'nı yaklaştırıyor...' gibi lâflar ediyor.

Esasen, aylardan beri, Ukrayna'da her zorlanışta, -Türkiye hariç- diğer NATO güçlerinin en gelişmiş silâhları ve bu zamana kadar 70-80 milyar doları geçtiği tahmin olunan maddî yardımları Ukrayna'ya vermeleri karşısında, Rusya'nın lider kadrosundan da sık- sık, 'gerekirse nükleer silâhların kullanılabileceği' gibi sözlerin duyulması, bir yeni 'Soğuk Savaş'ın karşılıklı 'ısınma idmanları' durumunda...

*

Böyle bir durumda, Başkan Erdoğan'ın, Ukrayna'ya da Rusya'ya da samimî olarak yaklaşabilen ve her ikisinin de itimadını kazanan 'tek dünya lideri' olması, elbette ki Erdoğan'ı, NATO Zirvesi'nde, bütün gözlerin üzerine çevrildiği bir noktaya taşıdı. Ve bundan dolayı özellikle Avrupalı mütekebbirler, kibir âbideleri şaşkınlar...

Çünkü daha 2 ay öncesine kadar, 'Erdoğan gitmeli...' diye tempo tutan NATO dünyasının en öndeki medya organlarının şimdi, Erdoğan'ın NATO Zirvesi öncesinde ve zirve boyunca sergilediği manevra gücü karşısında ağızlarının suyu akarak, hasetle karışık 'Erdoğan hayranlığı' sergilemeleri materyalist-laik dünyanın 'güce taparlık' eğilimlerinin sonucu...

Bu cümleden olarak, Almanya magazin medyasının kaptan köşkü olarak kabul edilen ve tirajı milyonları aşan ünlü BİLD gazetesinin 12 Temmuz günlü manşetleri, Erdoğan'la ilgili yorumlarını, Süpermen nitelemesiyle en çarpıcı şekilde yansıtıyor ve çok saygılı bir dille, 'Erdogan der NATO PATE... /Erdoğan, NATO'nun babası...' diyerek, şöyle devam ediyordu...

'Wende Beim anti -Putin Gipfel ist Erdogan Jetzt Super-man? (Putin karşıtı zirvede, Erdoğan Super-men mi?')

*Küresel bir meselede Erdoğan'ın yer almadığı bir karar, neredeyse yok!.

*Türkiye için bir şeyler elde edemediği bir anlaşma, yok denecek kadar az...

*Türkiye'nin jeopolitik değerini biliyor ve bunu her konuda kullanıyor!'

*

Bu gibi değerlendirmelerin havasına kapılmadan, bu durumda Erdoğan'a bir 'Aferin...' demek varken... İçerideki muhalif çevrelerin, 'Erdoğan teslim oldu...' cümleleri kurmaları, basit bir kıskançlık, hasetin ötesinde olsa gerek...

Hani, dışarıdakiler olsaydı, tabiî karşılanırdı... Ama içeridekilerin biraz akletmelerini beklemek en azından vatandaşlık hakkımız değil mi?

*

Hafta başında, İstanbul Üniversitesi tarafından Lozan'ın 10. yıldönümü dolayısıyla tertip olunan ve gün boyu süren bir sempozyum vardı... Orada, resmî ideolojinin tarih anlayışının dışına çıkılmamak için olanca dikkat gösterilirken, Lozan'da nelerin verildiğinin ve emperyalistlerin dayatmalarına nasıl teslim olunduğunun ipuçları yine de hissediliyordu.

O teslimiyetlerinin bile, kazanç gibi sunulduğu liderlerin -başka türlü değerlendirilmesi mümkün olmadığından- zafer iddiaları, aradan 100 yıl geçtikten sonra bile ele alınamadığı ortada iken; şimdi NATO'nun en etkili simâsı olarak Erdoğan'ın anlatılmasından duyulan iç rahatsızlığın dile getirilmesi, basit bir kıskançlıkla izah edilmenin ötesinde, düşündürücüdür. (Lozan konusunu, 100. yıldönümünde 23-24 Temmuz günlerinde değerlendirmeye çalışırız, inşallah...)

*

Biz yine dönelim, NATO konusuna...

NATO, 1949'da kurulurken, bizi (Türkiye'yi) başlangıçta arasına almak istememişti. Hattâ açıkça, 'Biz, Kuzey Atlantik' bölgesindeki Hristiyan- kapitalist ülkeler arası bir 'Savunma Paktı' kurduk!' denilmişti. Hattâ, NATO bayrağında yer alan ve NATO yıldızı denilen sembolün gerçekte Hristiyanlığın Haç işareti olduğu da hatırlatılıyordu.

Biz ise Müslüman bir halk ve de Hristiyan Avrupa için asırlarca korku kaynağı oluşturan Osmanlı'nın devamı idik... Elbette bize, gönüllüce kucak açılmak istenmeyecekti. Ama İkinci Dünya Savaşı başında Adolf Hitler Almanyası ile işbirliği yapıp, 1941 sonunda savaşın, 'Almanya- Rusya arası bir savaşa da dönüşmesi'nden sonra, -komünist sistemin ilk ve en güçlü temsilcisi olan- Stalin Sovyet Rusyası, kapitalizme ve onun şefi olan Amerikan emperyalizmine sığınmıştı ve sonuçta zafer kazanan tarafta olmanın saldırganlığında, Amerika'dan geri kalmamak dikkatindeydi.

O zaman diliminde Türkiye de başka bir savunma çaresi bulamamıştı.

*

Türkiye, kendisinin terörist olarak gördüğü insanlara karşı, İsveç'i yeterince tedbir almamakla suçlayarak İsveç'in NATO üyeliğini engellemişti. Ancak, Erdoğan, sonunda, İsveç'in ve NATO çevrelerinin çaba ve taahhütleri üzerine NATO'nun 32. üyesi olmasına yönelik itirazını geri çekti ve konuyu Meclis'e havale etti. Bu arada, Türkiye'nin AB üyeliğinin yolunun açılmasını da istedi.

Bütün bu gelişmeler olurken; Rusya, Türkiye'nin NATO üyesi olduğunu unutmuyor ve NATO'da bir gedik açılmasını da bekliyordu elbette... O sonuç da olmadı. Yine de Putin'in sözcüsü Dimitri Peskov, "Ama şunu biliyoruz ki... Kimse, yani Avrupalılar, Türkiye'yi Avrupa'da görmek istemiyor, komşumuz Türkiye de pembe gözlük takmamalı." diyor ki bu da yanlış bir tespit değil...

*

Ancak bu konuda Başkan Erdoğan da biliyor ki AB üyeliği gerçeklese bile, Türkiye'ye farklı bir tavır takınılmayacak, yeni engeller konulmaya çalışılacaktır ama Türkiye, AB ve NATO dünyasından gelen her talep karşısında 'AB'ye üyelik' talebini, en azından Erdoğan Türkiyesi'nin geliştirdiği 'diplomaside oyun kurma kozu' olarak kullanacaktır.

*