Ne istiyoruz, nasıl istiyoruz?

Türkiye’nin mevcut dünya düzeninde kendisine yer açılmasını değil, kurulacak yeni düzende belirleyici olma tercihini işaretlemesi, pekçok dengeyi alt üst etmiş görünüyor.

Sözgelimi Türkiye, Suriye konusundaki eleştirilerinin dozunu eski düzene göre ayarlamış olsa, politikalarını bu yönde belirlese sorun olmayacak; düzenin ‘uyumlu’ parçası olarak takdir görecekti. Yahut İran konusunda sistem adına ‘elçilik’le sınırlı kalan bir yaklaşımı benimsemiş olsaydı, yine aynı tepkiyi alabilirdi. Çok daha somut bir örnek; Irak’ın kuzeyindeki yapıyı kendisine havuç-sopa ikilemiyle sunanlara evet deseydi, uluslararası camiada ‘iyi çocuk’ olarak görülecekti. 

Bunları yapmadı Türkiye. Deyim yerindeyse ‘asi çocuk’ oldu. Suriye’de kendi oyununu kurmaya çalıştı. Kuzey Irak’taki Kürtlerle dünya üzerinden değil, bizzat kendisi konuşmaya başladı. Yani oyunu bozdu. En önemlisi çözüm sürecinde Kürt sorunuyla ilgili bölgesel ölçekte sonuçlar üreten adımlar attı.

   *   *   *

Nerede yaşadığımızı, nasıl bir yeni dünya istediğimizi merak ediyorsak, önce niyetlerimizi doğru anlatmalıyız. Eski düzenin devamından yana olan siyaset kurgusu, az önce söz ettiğim tepkiler üzerinden kendisine tekrar yol verileceğini düşünüyor. CHP’nin şu sıralarda kendisini böyle gördüğüne şüphe yok.

Oysa eski düzen bitti; kavga onun uzatmaya çalışanlarla yenisini kurmak isteyenler arasında değil. Yeni düzenin nasıl olacağı üzerinde bir çatışmadan bahsediyoruz ve ne yazık ki ana muhalefetin böyle bir niyeti olduğu bile kuşkulu.

Türkiye, yeni düzende kendisine bahşedileni değil, hak ettiğini arıyor bu defa. Onun gücünü kırmak için ortaya çıkan operasyonların ortak özelliği, siyasi iktidarı devirmek değil, dönüştürmek. Gezi dahil tüm operasyonlar bunu söylüyor bize: ‘Haddini bil, düzen kurulur, sonra biz sana bir yer gösteririz.’

Önceki gece İstanbul’un olimpiyatları finalde kaybetmesi üzerinden başlayan tartışma gösteriyor ki, eski düzenin devamını isteyenler, ‘gerekirse gemi su alsın, batsın, ama Türkiye büyümesin’ diyecek kadar kendilerini kaybetmiş durumdalar. Buradan bir iktidar, buradan bir gelecek ve yol haritası çıkmaz. Ama ayağımıza dolaştığı da ortada.

En iyimser yaklaşımla Türkiye’nin ‘iyi çocuk’ olmasını isteyenler, eski düzenin sahipleriyle inanılmaz bir hızla buluşabiliyor. Mesela uzun yıllar Türkiye’nin değişiminden bahseden, hatta kendilerinin bu değişimin ana aktörü olduğunu düşünen kimi liberallerin, şimdi değişim taleplerini askıya alması böyle bir savrulma. CHP’yle değişim mi? Bunu hiç konuşmayalım dilerseniz.

Bugün uluslararası bazı çevrelerin ana muhalefeti ‘yeni ortak’ olarak gördüğüne dair fısıltıların tamamı, mevcut iktidarı terbiye etmeye dönük hamleler. Cümle heveskara duyrulur!

   *   *   *

Öte yandan bu adımları atan bir Türkiye’nin, yeni dünyada istediğini alabilmesinin tek yolu, yol haritasını sıkça gözden geçirmesi. Bunun iki ana başlığı var esasen. Birincisi, mevcut ekonomik modelin yeni dönemde ‘üretim’ merkezli olarak yeniden kurgulanması ve sürekli ‘finans’ üzerinden şantaj yapılan bir ülke konumundan çıkılması. İkincisi, siyasetin daha hızlı ve küresel ölçekte karar alacak şekilde yeniden yapılanması. Başkanlık sistemi tartışmalarına bu gözle bakmakta yarar var.

Yürüğümüz yol yeni. Eski araçlar ve ittifaklar yerine, kafamızı kaldırıp kendi doğal coğrafyamızdaki ortaklarımızı merkeze almanın tam zamanı. Bu yönde önemli adımlar atıldı elbette. Ama bunu daha cesur bir oyun kurgusuyla ete kemiğe büründürmenin tam zamanı.

Olimpiyat gitti, iktidar da gider diyen zavallıların, bunları görmemesi tuhaf mı sizce?