Ýçiþleri Bakaný Sayýn Muammer Güler, geçen hafta önemli bir açýklamada bulundu: Stadyumlarda “siyasi ve ideolojik anlamdaki kötü tezahüratlarý” engelleyecek bir düzenleme hazýrlýyordu hükümet. “Siyasi tezahürat yasaðý” geliyordu yani...
Peki acaba nasýl bir sonucu olur bunun diye düþündüm kendi kendime:
Bu yasak gelince stadyumlar gerçekten siyasetten arýnýr mýydý, yoksa aksine daha mý politize olurdu?
Aklýna “siyasi tezahürat” gelmeyen bile, sýrf yasaða tepki olsun diye, tempo tutmaya baþlamaz mýydý?
Hem sonra “siyasi tezahürat” nasýl tespit edilecekti? Gezi’de onca muzip slogan üreten siyasi dalga, hem bu yasaktan sýyrýlmanýn hem de onu komik duruma düþürmenin yaratýcý formüllerini bulamaz mýydý?
Taksim kýsýr döngüsü
“Tezahürat yasaðý” henüz hayata geçmediði için “hipotetik” sorular bunlar elbet. Fakat sonucu öngörmemize yarayan klasik bir formül var elimizde: “Ne kadar kontrol, o kadar tepki.”
Bu formül, þu aralar Taksim civarýnda sýk sýk iþliyor mesela. Ýktidar, Gezi olaylarýndan bu yana, Taksim civarýndaki her türlü gösteriyi yasaklamýþ durumda. (Yani hiç bir vandalizm, yakýp-yýkma içermeyen, sadece pankart ve slogandan ibaret barýþçýl gösterilere de izin yok.)
Bunu yasaðý desteklemek, çünkü “Taksim esnafý çok maðdur oldu, býrakýn artýk bu gösterileri, kabak tadý verdiniz” diye düþünmek mümkün. (Ben de öyle düþünüyorum.)
Ama dinamikler öyle iþlemiyor iþte. Tam da Taksim’de gösteriye izin verilmediði için oraya toplanýyor eylemciler. Barýþçýl gösteriye müdahale edilince de barýþ bitiyor, arbede çýkýyor. Hem göstericiler, hem esnaf maðdur oluyor. Bazen polis bile.
Kýsacasý bir kýsýr döngü var ortada: Siyasi yasak, siyasi tepkiyi besliyor. Tepkiyi gören iktidar, yasaðý saðlamlaþtýrýyor.
Oysa, tam da AK Parti iktidarý deðil miydi, Türkiye’nin bu klasik kýsýr döngüsünü bozan?
Mesela solcularýn “1 Mayýs’ta Taksim” hayali, Eski Türkiye tarafýndan otuz yýl boyunca yasaklanmýþ, bu yüzden de her 1 Mayýs’ta arbede çýkar olmuþtu. Ama AK Parti’nin “yasak kalktý, buyrun Taksim’e” demesiyle bitivermiþti kavga. Onyýllardýr polisle çatýþan “marjinal sol gruplar” dahi güle oynaya kutlamýþtý Ýþçi Bayramý’ný.
Ayný þekilde, iktidarýnýn daha ilk ayýnda Güneydoðu’daki OHAL’i kaldýran, bölgeye özgürlük getiren de AK Parti’ydi. Oysa zamanýnda OHAL’i baþlatanlarýn da kendilerince bir mantýðý vardý: Türkiye terör tehdidi altýndaydý, dýþ güçlerin ajanlarý ve içimizdeki satýlmýþ hainler bölgede cirit atýyordu, devlet gücünü göstermeliydi, falan.
Sonuçlar ve sebepler
Üzücü gerçek þu ki, Eski Türkiye’den miras kalan pek çok “güvenlik” sorununa “özgürlük” temelinde çözüm getiren (ve bu sebeple sayýsýz övgüyü hak eden) AK Parti, Yeni Türkiye’nin “güvenlik” sorunu karþýsýnda ayný refleksi göstermekte zorlanýyor. (Gel de Ýbn-i Haldun sosyolojisini hatýrlama!)
Eski Türkiye’de kaldýðýný sandýðýmýz zehirli entelektüel iklimin dirilmiþ olmasý da problemin bir parçasý: Yine düþmanlarla çevrili bir ülke algýsý, yine “içimizdeki hainler” söylemi, yine büyük tuzaklar, müthiþ komplolar, hileler, desiseler...
Ýktidar, kriz daha da derinleþmeden, bu yoldan dönmeli, kendisini on yýldýr her türlü badireden kurtarmýþ olan “hak ve özgürlükler” ipine iyice sarýlmalýdýr.
Toplumdaki siyasi gerilim karþýsýnda ise, “sonuçlarý bastýrmaya” deðil, “sebepleri gidermeye” odaklanmalýdýr.
Mümtaz’er Türköne hoca, dünkü yazýsýnda bir “düdüklü tencere teorisi” ile teþbih etmiþ ayný ihtiyacý: Tencerenin düdüðünü susturmak deðil, altýndaki ateþi kýsmak lazým demiþ.
Yoksa, Allah korusun, tencere patlar ve bunca emeðe yazýk olur.