Ne kazandık, elimize ne geçti?

Fizikçi, matematikçi, kimyacı, jeolog ve antropologdan oluşan bir heyet bir araştırma için arazide bulunmaktadır. Birden yağmur bastırır. Hemen yakındaki bir arazi evine sığınırlar. Ev sahibi bunlara bir şeyler ikram etmek için bir süre yanlarından ayrılır. Hepsinin dikkati soba üzerinde toplanır. Soba yerden 1 m. kadar yukarda, altındaki dizili taşların üzerindedir. Sobanın niçin böyle kurulmuş olabileceğine dair bir tartışma başlar.

Kimyacı, "adam sobayı yükselterek aktivasyon enerjisini düşürmüş, böylece daha kolay yakmayı amaçlamış."
Fizikçi, "adam sobayı yükselterek konveksiyon yoluyla odanın daha kısa sürede ısınmasını sağlamak istemiş."
Jeolog, "burası tektonik hareketlilik bölgesi olduğundan herhangi bir deprem anında sobanın taşların üzerine yıkılmasını sağlayarak yangın olasılığını azaltmayı amaçlamış."
Matematikçi, "sobayı odanın geometrik merkezine kurmuş, böylece de odanın düzgün bir şekilde ısınmasını sağlamış."
Antropolog, "adam ilkel topluluklarda görülen ateşe tapmanın daha hafif biçimi olan ateşe saygı nedeniyle sobayı yukarıya kurmuş.''
Bu sırada ev sahibi içeri girer ve ona sobanın yukarda olmasının nedenini sorarlar. Adam cevap verir:
"Boru yetmedi."

Maalesef gerçek hayatta her "yetmeyen boru’’ kendiliğinden, sırf yetersizliği yüzünde doğru sonuçlarla buluşma imkanını elde edemiyor. Eğer Kürt meselesinin çözümünü tıpkı soba yakmak ve ısınmak gibi bir ihtiyaç olarak kabul ediyorsak, çözüm süreçleri adıyla döşediğimiz yetersiz borunun, bugün başımıza ciddi sorunlar çıkardığını da kabul etmemiz gerekiyor. Ama başımıza artık bela olan sorunları tek tek tasnif etmeden önce, bu sorunu başımıza bela eden güçler hakkında daha net ve kesin bilgilere sahip olduğumuzu belirtmeliyim. Önce aslında "masayı kim ya da kimlerin devirdiği" meselesiyle hesaplaşmamız gerektiğine inanıyorum. Bugün de dönüp olan bitene baktığımızda masayı deviren güçlerin, çözüm sürecine karar veren güçler olmadığını rahatlıkla söyleyebiliriz. Çok kısa bir ufuk turunun ardından sadece hafıza kayıtlarımıza bağlı olarak gerçek failleri teşhis edebileceğimize benim güvenim tam. Sırasıyla;

1- FETÖ darbe yapacak kadar semirmiş ve her türlü iç ve dış siyaseti manipüle edecek kadar palazlanmış. Özellikle güvenlik güçleri içindeki yapılanmasıyla, çözüm sürecini bilerek isteyerek sabote ettiğini belgeleriyle biliyoruz.

2- ABD'nin PYD/YPG ile kurduğu bugünkü ittifak ilişkisinden anlıyoruz ki, çözüm sürecine son verip her şeyi kendi kontrolü altına almak için elinden geleni ardına koymamış.

3- İran, Irak'taki egemenlik alanını genişletmek ve tek başına Irak ve Suriye'de aktör olmak için, Türkiye'nin elindeki çözüm süreci kartını iptal etmek ve işlevsiz hale getirmek için Kandil dahil herkesle işbirliği içine girmiş.
Bu yazı dizisi boyunca, her gücün nasıl ve hangi yöntemlerle çözüm sürecini sabote ettiğini ve sonuçta neler kazandıklarını tek tek yazmaya çalışacağım. Ama önce eğer çözüm süreci askıya alınmadan devam etseydi neler olabileceğini kısaca hatırlatmak isterim.

Çözüm sürecine rıza gösteren iradelerin, bu süreci bir an olsun sonlandırmadıklarını ve çözüm talep etmedeki ısrarlarını sürdürdüklerini hayal ettiğimizde, ne Türkiye'nin bugünkü Türkiye ne de Ortadoğu’nun bugünkü Ortadoğu olmayacağını kestirmek hiç de zor değil.

Çözüm süreci kesintiye uğradığı için bugün Irak siyasetinde bu kadar etkisiz bir pozisyonun içindeyiz. Çözüm süreci kesintiye uğradığı için Suriye iç savaşında ABD bu kadar büyük bir inisiyatif elde etme şansını buldu.
Eğer çözüm süreci devam ediyor olsaydı, açıkça söylüyorum, Kürdistan Bölgesel Yönetimi’nde o talihsiz referandum yapılmazdı. Buna gerek kalmazdı. Bütün taraflar birlikte hareket edecekleri için hiç kimse yekdiğerini "oldubittilerle" baş başa bırakmazdı. En kötü ihtimalle ne İran, ne Rusya, ne de ABD’ye ihtiyaç duyulmadan Kürdistan Bölgesel Yönetimi’yle birlikte bütün tarafların çıkarına uygun bir siyasi çözüm bulunurdu. İran ile ittifak yapıp hiçbir kazanım elde edilmeden, Bölgesel Yönetim dahil, bir bütün olarak Irak siyaseti İran’a altın tepsi içinde emanet edilmezdi.

Referandumun yapılacağı 25 Eylül gününe kadar hem referanduma karşı çıkmak, hem de Kürdistan Bölgesel Yönetimi’yle büyük emeklerle kurulmuş olan bütün o ilişkiler korunabilirdi. Bunun yerine hangi siyasetin izlendiğini biliyoruz ve sonuçları itibarıyla bu siyasetin Türkiye’ye hiçbir şey kazandıramadığını da biliyoruz. Tam tersine kayıplar sadece siyasi değil, belki de daha büyük kayıplar ekonomik alanda yaşanıyor.
Bu süreci durdurmak ve yeniden eski ilişkileri inşa etmek mümkün müdür? Evet, mümkündür. Henüz tren kaçmamıştır. Büyük bir kriz içine yuvarlanan Türkiye, Kürdistan Bölgesel Yönetimi ilişkilerini onarmak ve yeniden yapılandırmak mümkündür.
Suriye meselesinde iş işten geçmiş gibi görünüyor olsa bile, eğer Kürdistan Bölgesel Yönetimi ile ilişkiler onarılma yoluna gidilirse, buradan elde edilecek imkan, fırsat ve kazançlarla tekrar Suriye meselesine müdahil olmak imkan dahiline girebilecektir. (Pazartesi günü bu konuya devam edeceğim.)