Mehmet Uçum: ‘Ne mutlu Kürdüm diyene’ projesini Kürtler reddetti

UÇUM: Çerçeve yasa sayesinde çözüm sürecinin asli kamu öznesi artık devlettir. KCK-HDP sosyolojisinin, sokak çağrılarına itibar etmediği de ortada. Etnik milliyetçi ve ayrılıkçı proje bizzat Kürtlerce reddedildi. Yani süreç güçlü şekilde yürüyor.  

 

Çözüm Süreci başladıktan sonra, müthiş bir akılla ve doğru bir zamanlamayla devreye sokulan Akil İnsanlar Heyeti, Türkiye toplumunun ortak bir derdi hakkında konuşmasını sağlamıştı. Yerliydi, işlevseldi. Bu sayede mühim bir tecrübe edinildi. Kuşkusuz bu tecrübe şahsi değildi. Bu nedenle bazı heyet üyeleri hem o tecrübenin, hem toplumsal ve ahlaki yükümlülüğün gereğini sonradan da yerine getirdiler. Doğu Anadolu Bölgesi üyelerinden hukukçu Mehmet Uçum onlardan biri, ‘çözüm için sivil inisiyatif’ çalışmalarının lokomotifi. Uçum ile sürecin gidişatını konuştuk.

Kobani protestoları şiddete evrildiği için çözüm sürecinin zedelendiği yorumları yaygın olarak yapıldı. Ancak sorumluluklar sonuçlar bakımından farklı yorumlar da var. Sizin gözleminiz, analiziniz ne?

Süreç başladığından beri birçok engelle karşılaştı. Paris cinayetleri, Gezi olayları, 17-25 Aralık hamlesi, yerel seçimler ve cumhurbaşkanlığı seçimleri öncesi hukuk dışı operasyonlar hep çözüm sürecini zayıflatmaya ve nihayetinde engellemeye dönüktü. Ancak bu operasyonlar süreç dışındaki yerel ve uluslararası aktörlerce yapıldı. 6-8 Ekim olayları ise bizatihi çözüm sürecinin içinde yer alan muhatap öznenin bileşenlerinin bir ürünü oldu. Dolayısıyla süreç bakımından diğer operasyonlara göre daha tehlikeli bir durum yaşandı.  

Tabanı desteklemeyince HDP telaşlandı

- Tehlikeyi atmamızı sağlayan ne oldu?

Eğer Kobani eylemlerinde militan pratiğe dayalı eylemler toplumsal bir tabana otursaydı çözüm süreci tamiri güç zararlar görebilirdi. Ancak sokağa çağrı yapanların öngöremediği iki durum gerçekleşti. İlki KCK-HDP sosyolojisinin ezici çoğunluğu Kobani olaylarına pozitif bakmadı, olaylara katılmadı. İkincisi olaylardaki şiddet ve yıkıcılık seviyesi çağrıyı yapanları da telaşlandırdı. 46 yurttaşımız hayatını kaybetti, 682 kişi yaralandı. Olaylar sırasında bölgede hesabı bulunan çözüm karşıtı güçlerin devreye girdiği yönünde güçlü izlenimler edinildi. Sokak çağrısı yapanlar Türkiye toplumunun ve bölgedeki Kürt vatandaşlarımızın aldığı sağduyulu tutumun baskısıyla bu sefer olayların bitmesi için çağrı yaptı.

Kürtler PKK-HDP’ye ciddi bir ders verdi 

 - Olayların siyasi sorumluluğu kimdeydi?

Ağırlıklı olarak sokak çağrısını bir stratejik hamle olarak gören siyasi aktörlerdedir. Ancak onların da öngörüsünü aşan, onları da sarsarak kendilerine getiren bir süreç yaşandı. Türkiye toplumu ve özellikle bölgedeki Kürt vatandaşlarımız toplumsal meşrutiyeti olmayan siyasi hamlelerin karşılık bulmayacağını KCK, HDP yapılarına çok net bir biçimde gösterdi. Bir anlamda toplum bu siyasi aktörlere çözüm süreciyle ilgili son derece önemli bir ders verdi. O ders de şuydu; toplumsal desteği olmayan, toplumsal iradeye dayanmayan stratejilerle çözüm süreci yürütülemez, bu stratejiler sürece zarar verir. Sürece zarar veren aktörleri de bu toplum affetmez. Olayların diğer bir önemli sonucu ise Türkiye’nin batısında yaşayanların çözüm sürecine ve barışa sahip çıkması oldu. Batı sosyolojisi çözüm sürecinin ne kadar önemli olduğunu bu olaylar sebebiyle çok daha derinden kavradı. Sürece şüpheyle bakanlar, yeterince inanç duymayanlar dahi çözüm ve barışın gelecekleri için hayati bir önemde olduğunu gördü. 

- Olaylar süreci geriye götürdü mü peki?

Çözüm süreci, başladığından beri karşılaştığı en tehlikeli kırıcı hamleye karşı toplumun yaratmış olduğu güvenceyle Kobani olaylarından güçlenerek çıktı. Defalarca test edilen çözüm sürecinin Kobani olaylarından sonra toplumsal meşruiyeti ve sosyolojik desteği sebebiyle geri döndürülemez bir süreç olduğu güçlü bir biçimde ortaya çıktı. 

- Çözümün hiç kolay olmadığını biliyoruz ama mevcut zorlukları sizce nasıl aşacağız?

Yaşadığımız zorluk sürecin yürüyüp yürümeyeceğine ilişkin değil nasıl ilerletileceğine ilişkin. Taraflar arasında “nasıl” konusunda farklı yaklaşımlar var, olabilir. Önemli olan sürecin devamlılığı konusundaki kararlılıktır. Çıkan sorunları aşarız, elimizde çok önemli imkânlar var. Birincisi toplumsal destek, ikincisi başta Cumhurbaşkanı ve Başbakan olmak üzere Hükümetin kararlılığı ile muhatap öznenin süreçte pozitif bir rol oynayacağını, Öcalan’ın liderliğini vurgulayarak açıklıkla ortaya koyması, üçüncüsü süreçte sorumluluk almak isteyen sivil iradelerin olması, dördüncüsü sürece ilişkin bir çerçeve yasaya sahip olmamız. 

Çözüm çerçeve yasası büyük kazanım 

 - Halbuki bu yasa hiç çıkmamış gibi davranılıyor ve ‘Hükümet hiçbir yapıcı, kalıcı adım atmadı” bile denebiliyor?

Bu yasa çok önemli. Adına ilişkin bazı çevrelerden gelen eleştiriler yasanın değerini ve önemini asla azaltmaz, azaltmıyor da. Yasa ile çözüm sürecinin asli kamu öznesi devlet oldu, sadece hükümet de değil. Yasa ile çözüm süreci devlet pratiğinin öncelikli konusu haline geldi. Sürece ilişkin devlete aydınlatma yükümlülüğü verildi. Çözüm sürecine ilişkin faaliyet yapılacak on yaşam alanı belirlendi. Bu alanların bazılarında çok kapsamlı hazırlıklar yapılıyor, örneğin geri dönüşler, siyasal, iktisadi ve sosyal yaşama katılma konuları, koruculuk sisteminin kademeli de olsa tasfiyesine ilişkin yapılması gerekenler gibi. Tabi ki taraflar arasında görüşmelerin sistematiğini oluşturmak en önemli unsurlardan biri. Bu konuda da çok pozitif gelişmeler var.

-  “Kobani olmasaydı da süreç bir tıkanıklığa zaten girecekti çünkü tarafların sürece dair paradigmaları farklıydı, o da şuydu; Kürt tarafı süreçten statü kazanmış olarak çıkmak isterken hükümet hoyrat devlet uygulamalarından yaralanmış Kürtlerle kucaklaşmak istiyor” deniyor. Siz Akiller Heyetinde Doğu Anadoludaydınız. Bölge halkı açısından durum nasıldı? 

Paradigma farkı şuydu: Hükümet demokratik bütünleşme ve Türkiye’nin demokrasisini geliştirmek üzerinde çözüm sürecini yürütmek isterken PKK-HDP bileşenleri en azından etkili bir bölümü nihai olarak ayrılığı hedefleyen statü arayışı üzerinde yürümek istedi. Fakat bu paradigma farkında ayrılık hedefinin Kürtler arasındaki toplumsal karşılığının çok güçlü olmadığı Kobani olaylarıyla bir kez daha teyit edildi. Zaten “Ne Mutlu Kürdüm Diyene” projesiyle bölgenin Kürt sorununun çözülemeyeceği ortada.

Etnik milliyetçilikle demokrasi olmaz

-  Ne demek bu, biraz açalım. 

Üstelik bu projede bölgedeki tüm Kürtler’in kapsanması gibi bir yaklaşım da yok. Kürtler arasında sadece belli bir ideolojik-politik hatta yer alan bir kesimle sınırlı, ayrı bir devlet hedefi hem gerçekçi değil hem de bugünün koşullarında geri bir projedir. Etnik milliyetçilikten asla ilericilik ve demokrasi çıkmaz. Hele Kürt etnisitesinin sadece belli bir kesimine yönelik böyle bir strateji bu nedenle dahi dışlayıcı, baskıcı ve gerici bir yaklaşım olur. 21’nci yüzyıl koşulları “dışlayıcı millet” anlayışlarına hayat hakkı tanımaz. Ak Parti’nin başarısı Türkiye’nin sorunlarına “kapsayıcı millet” anlayışıyla yaklaşmasıdır. Bu yaklaşım Ak Parti’ye diğer tüm siyasi aktörler karşısında büyük bir üstünlük sağlıyor. Çözüm sürecinin ruhunu da “kapsayıcı millet” anlayışı oluşturuyor. Yani bütün kimliklerin, tercihlerin ve yönelimlerin kendini özgürce ifade edebileceği birbirleri üzerinde üstünlük kurmayacağı, eşitliğin esas olduğu bir siyasal toplum anlayışıdır bu.

Üçüncü göz kesinlikle yerli olmalı

- ABD’nin IŞİD’e karşı PYD-PKK ile işbirliğine girdiği biliniyor. Sürece etkisi ne olur?

ABD dahil bölgede hesabı bulunan bütün dış özneler, Türkiye toplumu birlikte hareket ettiği sürece çözüme ve barış hedefine zarar veremez. Zorluk çıkarabilirler. Aksaklıklar yaratabilirler ama süreci engelleyemezler. Bu nedenle bölgede hesabı bulunan güçlerin bizimle siyasi işbirliği yaparak, sürece destek vererek bölgedeki çıkarlarını koruyabileceklerini anlamaları gerekiyor.

- ABD’nin üçüncü göz olması talebi dile getirildi açıkça. Hükümet ise yabancı bir aktörün devreye girmesini istemiyor. Ne olmalı?

Kesinlikle dışarıdan bir aktör sürece girmemeli. Bize ait bir sorunu tabi ki biz çözmeliyiz. Türkiye’nin Kürt sorunu kartını asla dış öznelere vermemeliyiz. Üçüncü göze ihtiyaç varsa bu kendi iç dinamiklerimizle üreteceğimiz bir yapı olabilir. Buna uygun ortamımız ve gücümüz var.

- Türkiyeli siviller -Akiller içinden mi?

Sadece akil heyetten oluşmasına gerek yok, heyet dışından kişiler de görev alabilir, almalıdır. Önemli olan böyle bir yapının sivil olması, objektif davranması ve yapıcı yaklaşımlarla taraflara yardımcı olmasıdır.

Süreç Kobani’den geçsin demek süreç bitsin demektir

- Bölgede dengeler hızla değişiyor ve süreci etkileyebiliyor. Süreç PYD-PKK’nın Suriye hedeflerinden bağımsız yürür mü?

Rojava çözüm sürecinin ön şartı söylemi çabucak eskidi. Elbette Kobani’ye uluslararası hukuk çerçevesinde sahip çıkmak gerekli. Hükümet ciddi adımlar da attı. Bölgedeki tüm Kürtler komşumuz, doğal müttefikimiz ve Kürt yurttaşlarımızın yakınları. Tabi ki Türkiye Kobani dahil bölgedeki Kürtlere yönelik tehdite karşı tavır alır, almalıdır. Ancak Türkiye’nin Kürt sorununun çözümünü bölge dinamiklerine bağlamak sorunu çözümsüzlüğe taşımak tehlikesi taşıyor, bu tuzağa kimsenin düşmemesi gerek. Süreç Başbakan’ın deyimiyle ‘milli, yerli ve özgün’dür. Bize aittir. Biz çözmeliyiz ve çözeceğiz. Çözüm sürecini başarıya ulaştırdığımızda, bölgedeki Kürtlerin sorunlarının çözümü bakımından da müthiş imkânlar doğar.

Bölgede destek yüzde 200 barışın önünde engel yok

- Ortak gelecek ve ortak kimlik talebi bölgede ne oranda?

Biz Doğu Anadolu’dayken müthiş bir barış ve birlik iradesi gördük. Destek yüzde 200’dü. Hiç kimse Türkiye’de herhangi bir siyasal-toplumsal sorunun artık askeri ve silahlı yöntemlerle çözülmesini istemiyordu. Çözüm sürecine verilen destek ise neredeyse yüzde 98-99’du. Karşı çıkanlar küçük bir azınlıktı ve seçenek de sunamıyordu. Destekleyen çevreler koşulsuz destekçiler, güvence isteyen destekçiler ve endişeli destekçiler diye üç grup halindeydi. Endişeliler 21. yüzyıl koşulları bakımından da sürecin bir hukuk reformunu zorunlu kılması açısından da güçlü siyasal ve iktisadi dayanaklara sahip değil. Nitekim artık bu endişeler gündeme gelmiyor. Türkiye toplumu barış ve demokrasi sürecinin engellenmesine izin vermeyecek bir toplumsal irade ortaya koyuyor.

Silahlara veda edilmeli ki hukuki adımlar atılabilsin

- Öcalan 2015 Nevruz’unda PKK’ya silah bırak diyebilir, demişti Demirtaş. Hükümet ısrarla önce kamu güvenliği diyor, karşılıklı adımlardan bahsediliyor. Bu adımlar nelerdir?

Öcalan “silahlara veda”yı 2013 Nevruz mesajında yaptı zaten. 2015 mesajı bunun son noktası olur, olmalıdır da. Temel yöntemimiz demokratik ve meşru siyasettir. Temel yönelimimiz ise gelişkin bir demokrasiye kavuşarak çözüm sürecini kalıcı barış ve birliğe ulaştırmaktır. Bunun için toplumsal düzenin sağlanması, herkesin gündelik hayatta kendini güven içinde hissetmesi, ‘gölge devlet’ uygulamalarına son verilmesi çok önemli bir koşuldur. Toplumsal düzenin olduğu yerde hak ve özgürlük hamleleri yapabiliriz. İhtiyacımız olan yeni siyasal toplumun hukuk reformunu başlatabiliriz. Bunun için de yeni anayasayı hayata geçirebiliriz.

RÖPORTAJIN TAMAMI İÇİN TIKLAYIN