Bir iþin baþýnda iþlenen hatâ havâleli olarak sonuna kadar devâm eder.
Askerler bunu yýðýnakda yapýlan hatâ misâliyle îzâh ederler.
Fransýz düþünürlerinden François de la Rochefoucault (Fransua dö la Roþfuko, 1613-1680) ise bir gömleðin düðmelerini iliklemeðe yanlýþ baþlamak misâliyle...
Bunun netîcesinde o hatâ artýk bir “vâkýâ” hâlini alýr sözkonusu olayý “þekillendirici” unsurlardan biri özelliðini kazanýr. Avusturyalý Hukukçu Georg Jellinek (1851-1911) ise buna “die normative Kraft des Faktischen” (vâkýânýn þekillendirici gücü) adýný veriyor.
Yâni kýsacasý bir “þey”in etkili olmasý için “doðru” yâhut “yerinde” olup olmamasý deðil, baþlýbaþýna “mevcûd” olmasý bir rol oynar.
Eðer bu tesbit doðruysa, ki bence doðru, o zaman herhangi bir mevcud duruma âh ü vâh eylemek mânâsýz bir davranýþdýr. Eðer o durum yanlýþsa ve biz onu baþýndan engelleyememiþ isek artýk ondan sonra yapýlacak iþ o yeni durumla nasýl baþ edeceðimizi düþünmek olmalýdýr.
Buraya bir mim koydukdan sonra 2012 Yýlý biterken Türkiye’nin baþýna belâ olan iki probleme, Irak ve Sûriye konularýna dönelim.
Osmanlý Ýmparatorluðu can verir ve cesedi, daha soðumadan didik didik edilirken bu iki ülke, Ýngiltere ve Fransa tarafýndan “iþgâl bölgeleri” olarak paylaþýldý, daha doðrusu talan edildi.
Talanda iþin incesine bakýlmaz. Anlaþýlan kim ne kaparsa yanýna kâr kalýr anlayýþýyla cereyân eden bu paylaþým daha sonra biraz da kasden, ileride hýr çýkmasý amacýyla “baðýmsýz” (!) devletler olarak sahneye “itelendi”ler.
Ýki örnek vereyim:
Irak dediðimiz ülke aslýnda birbirinden farklý üç bölgeden oluþur. Kuzeyde Musul merkezli ve Kürdler ve Türklerle meskûn kýsým, ortada Baðdad merkezli Sünnî kýsým ve güneyde Basra merkezli Þiî kýsým. Osmanlý devrinde idârî yapý da böyleydi. Sûriye’de ise Lübnan zorla ayrýlarak yine sun’î bir yapý ortaya çýkarýlmýþdýr. Ülkenin kuzeyinde yine Kürd ve biraz da Türk aðýrlýklý bir bölge var. Dikkat edilirse onyýllardýr bütün kavga ve gürültü de zâten bu sun’î bölünmeler çevresinde kendini göstermekdedir.
Bunun yanlýþ olduðu ayan beyan ortada ama “vâkýânýn þekillendirici gücü” bu yanlýþýn düzeltilmesine imkân vermiyor. Bu iki ülkeye dönüp “Siz varlýðýnýzdan ferâgat edin.Oturup sizi yeniden düzenleyelim.” demek imkânsýz. Kaldý ki bunu kim diyecek?
Irak ve Sûriye’nin bir federasyon çatýsý altýnda birleþmesi belki probleme nisbî bir çözüm getirebilir ama bunun için gerekli serinkanlý muhâkeme yeteneði Ortadoðu’da mevcud deðil. Hiç olmadý.
Bu durumda Türkiye’nin yapabileceði tek þey muhtemelen Kuzey Irak ve Kuzey Sûriye ile çok sýký bir ekonomik baðlantý saðlamak olabilir.
Böylece buradaki insanlarýn barýþçý ve müreffeh bir düzen içinde yaþamalarý garanti altýna alýnabilir. Kuzey Irak’da bu durum zâten pratik olarak saðlanmýþ durumda.
Ýleride kesin çözümün ne olacaðýna, yâni bu iki bölgenin Türkiye’ye katýlmak isteyip istemeyeceklerine ise yine oradaki insanlar bizzat karar verebilirler.
Türkiye’nin bu topraklarda gözü olduðu izlenimi ise kesinlikle uyanmamalýdýr.
Zâten buralarý barýþçý bir þekilde çekip çevirmek Ankara için nîmetden ziyâde külfetdir.
Ama birinin elini taþýn altýna sokmasý da þart gibi...