Ne Osmanlı, ne de Cumhuriyet

Zor bir dönemin bizi beklediğini hepimiz biliyoruz. Birikmiş sorunlar kadar, önümüze çıkması muhtemel, hatta pekçoğu uç vermiş sorunlarla dolu bir dönem.

AK Parti’nin yoluna Ahmet Davutoğlu ile devam etmesi hiçbir şekilde tesadüf değil. Kimilerinin iddia ettiği gibi bir atama ya da sırf uyum adına tercih edilmiş bir isim de değil.

Ahmet Davutoğlu hoca olarak kaleme aldığı tezlerinin, gün gelip önce başdanışman, ardından Dışişleri Bakanı ve nihayet başbakanlık koltuğunda hayat bulacağını düşünmüş müydü, bilmiyorum. Ama bu tezlerin ortaya çıkışı, şekillenmesi, konuşulması bile ürkütücü gelmişti bazı çevrelere. Son yıllarda ise artık onun bölge ve dünya üzerine söyledikleri üzerinden bir dış politika pratiği şekilleniyor.

Yeni durumda ise Davutoğlu çok daha güçlü bir icra makamında. Dolayısıyla onun sözlerine, söylemine ve politik vizyonuna yönelik tepkiler ve karşı operasyonlar daha da artacaktır.

İşte tam bu noktada çaresizliği değil, oyun teorisini temsil ediyor onun düşüncelerinin pratiğe geçmesi. Türkiye, kendisine operasyon yapılmasını bekleyen edilgen duruşunu terkediyor, hamle yapıyor, operasyonel kabiliyetini artırıyor. Tayyip Erdoğan- Ahmet Davutoğlu ekseni, Türkiye’nin gelecek kurgusuna dair yeni bir yükselişi, arayışı, kararlılığı ve elbette hepsinin üzerine inşa edilmesi gereken bir medeniyet tasavvurunu ifade ediyor.

Bu durum, muhafazakar tezlerin içi boş ‘yeni Osmanlı’ yaklaşımı yahut tam tersine cumhuriyet idealinin yeniden yorumlanmış hali filan değil. Türkiye kelimenin tam anlamıyla yeniden kuruluyor. Bunun yakın ya da uzak geçmişten esintiler taşıması, tarihten beslenmesi ve coğrafyanın dinamiklerini dikkate alması, geçmişi yeniden kurmak anlamına gelmiyor, gelemez de.

Tam da buradan hareketle bir noktanın altını çizmek gerekiyor. Ülkemizde yeni dönemin, tamamen ham ve yakışıksız sunumlarla Osmanlı yeniden kuruluyor diye takdim edilmesi, esasen yakın coğrafyamızda, özellikle de gönül coğrafyamızda ürküntü ve tepki yaratmaya dönük bir projedir.  

Görünürde heyecan verici, hatta kışkırtıcı birtakım tezlerin; esasen Türkiye’nin yeni duruşunu ifade etmekten çok, dostluk köprülerini, iyi ilişkileri daha baştan yıpratmaya dönük olduğunu iyi anlayalım. İmparatorluk dönemini doğru anlamak, orada kurulan ilişkilerin dinamiklerini bugünün perspektifiyle yeniden okumak elbette yararlı bir düşünce faaliyeti olabilir. Ama unutmayalım. Parçalanma sürecinin ardından köprünün altından çok sular aktı, ilişkilerin kopmasından öte karşılıklı algılar ciddi olarak kirlendi. Dahası bir büyük çatı altında yaşama arayışından çok, küçük olsun bizim olsun tezlerinin hayli etkin olduğu bir dönemde yaşıyoruz.

Karşımızda duran bölgenin ve elbette irtibatlı olduğu dünyanın zihin kodlarını, sorunlarını, beklentilerini ve arayışlarını doğru anlamak zorundayız. Bir büyük imparatorluğu yeniden kurmanın değil, karşılıklı olarak birbirini doğru anlayan yeni ilişki biçimlerini üreten bir kurgunun peşinde olmalıyız.

Zor bir coğrafyada, üstelik ilişkilerin hayli koptuğu ve köprülerin atıldığı bir dönemdeyiz. Birlikte ve barış içinde yaşamanın tek yolu, herkesi aynı çatı altına davet etmek değil, belki de herkesi kendi bulunduğu yerde mutlu edecek bir modeli kurmak olabilir.

Böyle bir yeni medeniyet tasavvuru inşa edilebilir mi bilmiyorum. Ama ötesi sadece daha fazla parçalanmak gibi görünüyor.