Cemaat, dershaneleri bahane ederek ve tehdit-şantaj için tedarik edilmiş mühimmatları arada bir aba altından göstererek meşru Hükümetin karşısında mevzilendiğinde, bunun bir savaş ilanı olduğu tartışma götürür değildi.
Buna rağmen Başbakan Erdoğan başta olmak üzere ne Hükümet’ten ne AK Parti’den sakınımsız tek laf gelmedi. En fazla “karşı taraf” dendi. Kardeşliğe vurguda ısrar edildi, belki fazla naif bir tutum izlendi.
Halbuki Cemaat medyası, şaibeli şahısların izinden gitmeye ve savaş tamtamlarıyla birlikte kara çalmaya çoktan başlamıştı bile.
En sonunda “post”un sahibinden de adrese teslim öyle şeddeli bir beddua geldi ki, işiten herkes meşrebine göre ya güldü alaya aldı, ya kötü sözün şerrinden Allah’a sığınıp kendisi gibi bedduanın sahibine de bağışlanma diledi. Ben de Allah affetsin diyenlerdenim.
Azcık daha sofistike
Farklı zamanlı farklı içerikli üç benzemez soruşturma dosyasından imal edilip “büyük rüşvet operasyonu” ambalajına sarılarak 17 Aralık günü patlatılan bombayla evet demokrasimiz bir kez daha, ama bu kez biraz daha sofistike bir darbe yedi.
Sivil siyasi alanı muhafaza ve iyice tahkim etmek gerekiyor o yüzden.
Menfaatleri Türkiye’nin siyasi ekonomik istikrarına açıktan saldırıyı gerektirecek denli örtüşen küresel-yerel sömürgeci güçlerle eski-yeni vesayetçilerin gözümüzün önünde Voltran’ı oluşturuvermeleri bile tek başına neyle karşı karşıya olduğumuzu ayan ediyor.
Etrafa saçılan bilgi, belge, tape görünümlü şeyler kamuoyuna ısrarla “yargı sürecini bekleme, iddialara inan” dese de, eline kadın eli değmemiş bir zat durduk yere “alufte”lerden bahsetse de, soruşturmanın sahneye konuluş biçimi, timing’i ve gayrete gelenlerin sicillerinin kiri bunun devreye sokulmuş “son sürüm siyasi operasyon” olduğu tezini besliyor.
Bu da geçer ya Hu!
Ama bunun böyle olması, bu vahim iddiaları kesinlikle ortadan kaldırmıyor. İddiaların ne kadarının gerçek, ne kadarının gerçekmiş duygusu yaratmak için üretilmiş olduğunu anlamak için yargılama safhasını beklemek gerekiyor. Ve tabi sakin olmak.
Yoksa sadece AK Parti değil bütün bir ülke, her birimiz, geleceklerimiz, ortak kazanımlarımız, son bir yılı şehitsiz, ölümsüz tamamlamamızı sağlayan ve bıçak sırtı bir alanda zar zor yürütülen çözüm süreci... Kökü dışarıda birilerinin gayri meşru siyasi hırsına ve pis bir algı operasyonuna kurban gidecek. Yaşananları kendi akıl vicdan ve izan süzgeçlerimizden geçirmemiz şart o yüzden.
O vakte kadar Hükümete düşen iki şeyden ilki yargılamaya gölge düşmemesini sağlamak, ikincisi ise sivil siyasi alana yani her birimizin iradesine musallat olan vesayet yapısını yakalayıp derdest etmektir.
Türkiye 90’larda iyice derinleşen o kirli kanlı irinli çukurdan çıkabilmek için 2000’lerin başından bu yana büyük çaba sarf ediyor. Epey mesafe de kat etti ama bir kez daha tasarlanmış bir korku tünelinde yürümek zorundayız. Pusulamız halkın feraseti, sivil siyasi iradenin cesareti ve hukukun meşruiyeti olduğu sürece bu da geçer Ya Hu!
CHP-Cemaat koalisyonu
Öte yandan gözümüzün önünde taze bir siyasi ucube belirmekte! Sandığa 99 gün kala çok emekler verilerek, kim bilir nerelerde pişirilerek beğenimize sunulan siyasi proje nihayet netleşmekte.
Cemaat cephesinde “dershanelerin kapatılmasına karşı verilen şanlı mücadele” diye lanse edilen o lüzumsuz tartışma hararet artırırken bile ben bunun Cemaat tabanını çok sevdiği, inanıp güvendiği Başbakan Erdoğan’dan ve AK Parti’den kopartmak için devreye sokulduğunu düşünmekteydim. Öyle de oldu. Elbette bu bir ön hazırlıktı. Cemaatin sözü CHP ile çoktan kesilmişti lakin tabanların bundan haberi yoktu.
Tabanlar arasında ten uyumu, gen uyumu beklentisini gereksiz, bu gönülsüz birlikteliği çekilebilir kılmak için sevgide değilse de nefrette ortaklaşmayı sağlamak gerekiyordu.
Dershaneler, kasetler, zaman ayarlı istifalar ve malum dosyalar bunun içindir. Sonuçta CHP tabanı için de diğerleri daha düne kadar “gümüş yüzük, badem bıyık”tan başka nedir?
Sandık taraflar için ikna odası işlevi görecek mi, hep birlikte göreceğiz.