Ne tuhaf adamlarsınız siz!

Hasan Cemal nerede yaşıyor? Daha doğrusu, Hasan Cemal diye biri var mı ve bize hangi düzlemden, hangi gerçeklik penceresinden sesleniyor?

Bana, başka bir zamanın, başka bir uzamın insanıymış gibi geliyor...

Elle dokunulamaz, gerçekliği algılanamaz, varla yok arası bir insan.

Bir bakıyorsun var, bir bakıyorsun yok.

Tuhaf bir adamdır da aynı zamanda...

Son yazısının başlığı şuydu mesela: “Erdoğan, Kemalizm’in duvarlarını kendi elleriyle yeniden yükseltiyor, acaba farkında mı?”

Hakikaten tuhaf...

Bu başlığa bakarak, Hasan Cemal’in hayatının hiçbir döneminde Kemalizm’le kesişmediği, Kemalizm’e hep eleştirel bir mesafeden baktığı sonucunu çıkarabilirsiniz.

Ki, gerçek hiç öyle değil... Gerçeğin öyle olmadığını Hasan Cemal de biliyor.

Malum süreçte (28 Şubat sürecinde) Hasan Cemal, Kemalist argümanlarla kalkışıyordu yazıya ve “ortak düşmana” karşı (o dönemin siyasi iktidarına karşı) Kemalist itirazları seslendiriyordu. (Bu konuda da bir nedamet kitabı bekliyoruz kendisinden. Sadece “kendisini” yazsın... Kızmayacağız!)

Mesela, sıklıkla, “Devlet düzeni bir dine, bir dinin doğrularına dayandırılamaz” şeklinde yazılar yazıyordu. Devletin düzenini dine dayandırmakla suçladığı dönemin Başbakanı Necmettin Erbakan’ı ve taraftarlarını köşeye sıkıştırıyordu.

Ne zaman konu sıkıntısı çekse (ya da 28 Şubat sürecindeki rolünü meşrulaştırmak istese), bu örneğe başvuruyordu.

Naçizane, bu satırların yazarı da sürekli şu hatırlatmayı yapıyordu:

Doğru söylüyorsun Hasan abi...

Devlet düzeni bir dine, bir dinin doğrularına dayandırılamaz.

Eyvallah...

Peki, devlet düzeni bir ideolojiye, belli bir dünya görüşüne, müseccel bir “izm”e, hadi daha açık konuşalım Kemalizm’e dayandırılabilir mi? Buna ne buyuruyorsun?

Kaç yıl geçti, Hasan abinin buna ne buyurduğunu öğrenemedik.

Bir tuhaflık daha:

Hasan abi ve liberal abiler (Cengiz Çandar’lar, Ahmet Altan’lar, Mehmet Altan’lar), yakın zamana kadar, Kürt sorununu çözmeyen Recep Tayyip Erdoğan’ı yerden yere vuruyorlardı.

Çözüm süreci başladı...

İyi kötü yol alındı.

Erdoğan’ı Kürt sorununu çözmemekle suçlayan (hatta dünyanın dayağını atan) aynı abiler, çözüm ihtimali belirince, bu kez, “Tayyip Kürtleri satacak” demeye başladılar.

Hatta Hasan abi dağa çıktı. Karayılan’la görüştü.

Köyleri, mezraları dolaştı. Kürt vatandaşlarımızla söyleşiler yaptı. Onlara çok ayıp, çok önyargılı, çok çirkin sorular sordu, “Bu Tayyip galiba bizi kandırıyor” dedirtmeye çalıştı. Bir iki kişiye dedirtti galiba.

Tuhaflık sadece Hasan Cemal’le sınırlı değil...

Muhterem CengizÇandar da iyi, gayet iyi bir performans sergiledi.

Hâlâ devam ediyor.

Biraz zorlasa, “Gezi”den “halk devrimi” bile çıkaracak.

Hemen aklıma Çandar’ımzın, Mardin’deki bir üniversite etkinliği yahut toplantısı hakkında yazdığı yazı geliyor:

Kürtçe konuşmalar, Kürtçe şakalaşmalar, Kürtçe jestler, Kürtçe ödül alıp ödül vermeler Cengiz Çandar’ın gözlerini yaşartmış, “Türkiye nereden nereye geldi” diyor, duygularına hakim olamadığı o kadar belli ki. Neredeyse okuyanları da ağlatacak.

Fakat öyle ilginç (daha doğrusu öyle tuhaf) bir yazı ki, sanırsın Cengiz Çandar’a “Türkiye nereden nereye geldi” dedirten değişiklikleri “uzaylılar” gerçekleştirdi.

Kürtçe yasağı ayıbına son veren, çözüm sürecini başlatan, iyi kötü havanın yumuşamasını sağlayan, “Hadi şu anayasa meselesini halledelim” diyen siyasi iktidarla ilgili tek olumlu cümle yok.

Bilakis, Hasan Cemal haletine bürünüp, siyasi iktidarı “özgürlüklerin önünde engel” olmakla suçluyor.

Evet, bu tuhaflığı da yapıyor.