Ne yapayım, ben böyleyim...

Kurnaz Kıpti her şeyi en ince ayrıntısına kadar planlamış... (Acaba tek başına mı?)

Amerika’da seçim var ve Barack Obama’nın rakibi bel altı vuruşlara açık... Mısır’da, Libya’da, Yemen’de, Tunus’ta ‘Arap baharı’ etkisiyle muazzam yönetim değişimleri yaşanmış, ama yeni dönem henüz istikrara kavuşmamış... Afganistan’da ve Filistin’de yaşananlar halkı patlamaya hazır hale getirmiş...

Böyle bir zamanlama üzerine oturtmuş uğursuz filminin doğurması muhtemel tepkileri...

Yalnız zamanlama hesaplı olsa neyse, film de baştan sona ölçülü-biçili: Oyunculara “2000 yıl önce Mısır’da insani ilişkiler nasıldı, bunu yansıtan bir film çekiyoruz” denilmiş... Ellerine verilen rol dağılımı listesi ona göre yapılmış... Hiçbir oyuncunun ağzından filmin aslında İslâm diniyle ilgili olduğunu düşündürecek bir sözcük çıkmamış; o işi sonradan bir taklit ustasıyla becermişler, bütün ‘George’ isimlerini ‘Muhammed’ ile değiştirerek...

Kendisi Mısır kökenli Hıristiyan bir Kıpti olduğu, ‘kıyameti çağıran’ Amerikalı fanatik tiplerle baştan sona işbirliği yaptığı halde, etrafa “Ben İsrail kökenliyim, Musevi’yim” diye kendini tanıtmış; İsrail ve Yahudiler söz konusu olduğunda tepkilerin artacağı hesabıyla...

Nihai vuruş için herkesin kolayca erişebildiği sosyal medya ve YouTube aracılığına başvurmuş, bir de

11 Eylül’ün yıldönümünü beklemiş...

İnceden inceye hesaplı bu çıkışın şimdiye kadarki sonuçlarını biliyoruz: Libya, Mısır, Yemen ve Tunus başta olmak üzere bütün İslâm Dünyası ayakta; Libya’da biri büyükelçi dört Amerikalı öldürüldü. Pakistan ve Bangladeş gibi ülkeler konuya yeni yeni uyanıyor; oralardaki protesto gösterilerinde neler yaşanacağını ancak Allah bilir...

Danimarka’daki fitne ürünü karikatür krizi sırasında Bangladeş ve Pakistan’da yüzlerce kişi protestolar sırasında meydana gelen arbedede hayatını kaybetmişti...

Uğursuz filmle ilgili gürültü iki gün önce kopsaydı veya Hollanda’daki milletvekili seçimleri iki gün sonra yapılsaydı, ırkçı ve İslâm düşmanı partinin oylarında düşme yerine artma yaşanacağına eminim. Hollandalı film yönetmeni Van Gogh’un, İslâm’a hakaret eden filminin doğurduğu tepki ortamında öldürülmesi sonrası artmıştı Özgürlük Partisi’nin oyları; Amerikalı Kıpti’nin filmi öncesinde ise oyları azaldı...

Hesap, muhasebe henüz kapanmış değil... Büyükelçisi öldürülen ABD karıştı ve çetin bir seçim kampanyası yürüten ABD Başkanı Obama ne yapsın, bölgeye yeni gemilerle uçaklar gönderdi. ‘Arap baharı’ diye kucak açılarak karşılanmış halkın kendi iradesine sahip çıkma olayı, “Elimizle Frankeştayn üretmişiz” türü yorumlara yerini bıraktı.

Acaba sıradan bir dolandırıcı olduğu hemen ortaya çıkan Mısır kökenli Kıpti’nin kendi zekâsının ürünü mü bütün bu planlama ve uygulama? Yoksa daha şeytani bir zekâ mı aramalı bütün bu olan-bitende?

New York Times (NYT), Libya olayı patlak verir vermez, “Gösteriler de, büyükelçi öldürmeye kadar vardırılan eylemler de anlık değil, çok önceden planlanmış” diye yazdı. Bunu çok önemsiyorum. Geçmişte, görünenin arkasında plan-proje aramaya kalkana, NYT ve aynı çizgideki yayın organları, “Komplocu, ne olacak” diye saydırırdı. Şimdi NYT “Bu işin arkasında başka bir iş var” demeye getiriyor...

Bence de var bu işin arkasında başka bir iş...

En basiti şu: ‘Arap baharı’ gelişmesini “Ortadoğu’da demokrasiler doğuyor” gerekçesiyle desteklemek zorunda kalanlar, diktatörlerinden kurtulan ülkelerde serbest genel seçimde sandıktan çıkan sonuçtan hiç memnun kalmadılar.

“Şam’da birkaç haftaya kalmaz, rejim değişir” derlerken frene basıp iç-savaşı uzatan ve zayiatları çoğaltan irade o memnuniyetsizliğin sonucudur. Suriye’nin de Beşşar-sonrasında istenmeyen ellere düşebileceği endişesi frene bastırdı. Şimdi de Mısır’da, Tunus’ta, Yemen’de meydana gelen değişimi geriye sardırmaya kalkışmalarından endişe ederim...

Çok mu pimpirikçe bir düşünce bu? Ne yapayım, ben böyleyim...