Necip Fazıl Ödülleri

Gazetemiz Star’ın geçen sene ilkini verdiği “Necip Fazıl Ödülleri”nin ikincisi, 25 Aralık Cuma günü İstanbul Haliç Kongre Merkezi’nde düzenlenecek programla kazananlara verilecek. Sayın Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın da katılacağa programa nasip olursa ben de, Üstad’ın büyük oğlu Mehmet Kısakürek ağabeyle birlikte katılacağım. Zindanda her daim okuduğumuz “Mehmed’im, sevinin, başlar yüksekte! / Ölsek de sevinin, eve dönsek de! / Sanma bu tekerlek kalır tümsekte! / Yarın, elbet bizim, elbet bizimdir! / Gün  doğmuş, gün batmış, ebed bizimdir!” mısralarının “Mehmediyle” törene katılmak benim için gurur vesilesi olacak. Üstad’ın mezkûr mısralarını okuduktan sonra küçücük bedenimin nasıl devleştiğini, bir yumruk darbesiyle zindan duvarlarını tuz buz edecek kuvveti kendimde bulduğumu anlatacağım yol boyunca Mehmed ağabeye. Tabiî ki gönüldaşlarımla birlikte getirdiğim tekbirleri...

Ben Üstad Necip Fazıl Kısakürek’i Mütefekkir Salih Mirzabeyoğlu’ndan öğrendim. Neyi mi öğrendim Salih Mirzabeyoğlu’ndan: Üstad’ın şair olmadığını öğrendim! Üstad’ın piyes yazarı olmadığını öğrendim! Üstad’ın hikâyeci olmadığını öğrendim. Üstad’ın tüm bu kimliklerinin üzerinde bir kimliğe sahip olduğunu öğretti Salih Mirzabeyoğlu bizlere. İşte Mirzabeyoğlu’nun dilinden Üstad’ın hüviyeti:

“İdeali aramayla toprağa bağlanma arasındaki bir berzahta kıvranan insanoğlunun “oluş” ıstırabını, İslâm’ın hakikatine nisbetle heykelleştiren adam!.. Beş asırlık tarih dilimimizle birlikte, içinde yaşadığımız çağın nabzını yakalayan adam!.. Necip Fazıl budur... Eşya ve hâdiseler karşısında ruhun “nasıl” tavrını İslâm’ın hakikatine göre gösteren, bunun diyalektik ve estetiğini mutlak “üst dil-üst mânâ”ya nisbetle gösteren adam... Fikir, sanat, aksiyon, bütün “oluş” hakikatiyle onu bu ifâdeler çerçevesinde tarif etmiş oluyoruz!..”

“İslâm’a nasıl muhatap olacağız” başlıklı yazımda değinmeye çalışmıştım. Üstad Necip Fazıl Kısakürek bizlere eşya ve hâdiseler karşısında Müslümanca bir duruş nasıl olur onu gösterdi. Batı’yı memnun edici modernist anlayışa karşı, İslâm’ın değil Batı’nın hesaba çekilmesi gerektiğini söyledi ve İslâm Tasavvufu karşısında Batı’yı hesaba çekti. Hakikatin karşısında “üç ayakla seken köpek”ken, İslâm düşmanları karşısında Hazreti Ömer hüviyetiyle imkânsızlığın ihanetinde dimdik durdu, geri adım atmadı.

Üstad köklerini inkâr etmedi. Müslüman Anadolu’nun 1000 yıllık birikiminden yeni bir anlayış ortaya çıkardı. Bu anlayışı cemiyete aktarmak için de her türlü enstrümanı kullanmaktan çekinmedi. Yeri geldi MSP’ye el attı, yeri geldi MHP’ye... El attıklarının başka dertleri olabilirdi ama O’nun bir tek derdi vardı: İslâm ihtilâl ve inkılabını gerçekleştirmek! Bu uğurda çekilecek tüm dertleri, ezaları çekti. Perde arkasına geçtiğinde, Rabbi’ne kavuştuğunda hakkında kesinleşmiş hapis cezası vardı.

Evet Üstad bir tarihçi değildi. Fıkıh âlimi de değildi. Lâkin Üstad, “üst dil-üst mânâ”dan pay sahibi olarak bizlere tarihe, fıkha, sanata hangi anlayışla yaklaşmamız gerektiğini gösterdi.

Üstad’ı gençliğe tanıtıcı faaliyetler şüphesiz daha da artmalı ve keyfiyet olarak da seviyesi yükseltilmeli. Bu cümleden olmak üzere Üstad adına düzenlenen ödül törenine desteklerini esirgemeyen Murat Sancak, Ahmet Bayraktutar ve Nuh Albayrak şahsında emeği geçen herkese teşekkür ederim. Ödül almaya hak kazananlar inşaallah Üstad’ın yukarıda anlatmaya çalıştığım mânâsını uygun işlerle cemiyette yerlerini alırlar. Ödül almak kolay da Üstad’ın yolundan gitmek zor, bedeli ağır!..

Bu vesileyle de gençlerin benden gazete yönetimine iletmemi istedikleri mesajı da burada paylaşayım: Gençler, gazetemizin bir dönem verdiği Büyük Doğu dergilerinin tıpkıbasımını tekrar gazeteyle birlikte verilmesini istiyor. Gazete yönetiminin gençlerin bu çağrısına müspet cevap vereceğinden eminim!