Nefret

Nefret, “zehirli” bir duygudur. Patolojik bir haldir.

Bir durum, bir “şey”, bir olgu karşısında üzülürsünüz, öfkelenirsiniz; öfkeniz birtakım “karşılıklar” düşünmeye sürükler sizi, misliyle mukabelede bulunmak istersiniz.

Mukabelede bulunursunuz ya da bulunmazsınız...

Karşılık verme isteği, sürekli (depresif) bir duyguya dönüşüyorsa ve bununla baş edemiyorsanız, hele baş edemediğiniz bu duygu “nefret” olarak ortaya çıkıyorsa, orada patoloji ve “mutlak kötülük” aramak lazım.

Hayır, “nefret” konusunda ahkâm kesip kafanızı ütüleyecek değilim.

Filozofik uçmalara yatkın bir kalemim yok çok şükür... Böyle bir niyetim de yok.

Şunu demek istiyorum:

Nefretle kalkıştığınızda, bir şeyi halletmiş olmuyorsunuz.

Halledemediğiniz gibi, “problem” bellediğiniz şeyi iyice kronikleştirip içinden çıkılmaz hale getiriyorsunuz.

Bu da hem sağlıklı karar vermekten, hem de adalet duygusundan uzaklaştırıyor sizi ve sinik, “hastalıklı”, kötü kalpli bir varlık olup çıkıyorsunuz...

Mesela?

Mesela, matbuatımızın kimi “liberal” ve “ulusalcı” kalemleri...

Biri, aylarca, hatta yıllarca “Müslüman Türk hükümeti, Kürtleri katlediyor” diye yazıp durdu.

Hiç utanmadı. “Ben ne cahil adammışım. Kavramların nereye tekabül ettiğini bile bilmiyorum, oturmuş ahkâm kesiyorum” demedi.

Nefretle kalkıştığı için, “Kürt-Türk ayrışmasına” dayalı siyaseti elinin tersiyle iten, bu ayrışmanın herhangi bir karşılık uyandırmadığı yönetici kadrosunu en ağır sözcüklerle aşağılamaya devam etti.

Biri daha var...

Bu “biri”, yakın zamana kadar Kürtlerden duyduğu tiksintiyi, PKK siyasetinin yıkıcılığını, legal Kürt partisinin “gelişmemişliğini” anlatıp duruyordu sağa sola ve fena halde ulusalcıydı.

Erdoğan ve AK Parti nefreti, birdenbire “Kürtleri” keşfettirdi ona...

Bu keşifle birlikte uçmaya başladı.

Erdoğan’ı ırkçılıkla suçlamalar...

Hükümetin Kürt sorununu çözmek gibi bir niyeti olmadığını ve “asıl amacın bütün Kürtleri sindirmek olduğunu” ileri sürmeler...

Duble yolların bölgeye (Doğu ve Güneydoğu Anadolu’ya) “şiddet” götüreceğini iddia etmeler...

BDP otobüsünde “zafer işareti” yapmalar...

PKK düğününde halay çek-meler...

Nefret gözünü kararttığı için, İmralı süreciyle birlikte ne yapılmak istendiğini görmedi bile. Görmek istemedi... Tuttu, PKK’nın bir terör örgütü olmadığını, “PKK’ya terör örgütü diyen bir zihniyetin Kürt sorununu çözemeyeceğini” ileri sürdü ve nefretine (moda tabirle) level atlattı.

Nefret, yıkıcı bir duygudur.

Hem kalbinizin, hem ağzınızın ayarını bozar.

Dün, Kürt sorununu çözmediği için kızdığınız adama, bu kez Kürt sorununu çözdüğü için kızarsınız... Ve “kof kabadayı”, “sefil”, “zavallı” diye umutsuzca saydırıp durursunuz.

Biri daha var:

Bir vakitler, “Teşekkürler Sayın Başbakan, çok güzel yasalar çıkarıyorsun, çok güzel açılımlar yapıyorsun” diye yazılar yazıyordu.

Maaşı kesilince yüz geri etti ve “Korku cumhuriyeti oluşturuyor” demeye başladı.

Nefretini taçlandırmak için de şu ifadeyi kullandı: “Mussolini gibi oldu...”

Biri de, geçenlerde, “sütten soğuduğunu” yazıyordu.

İşgüzar yöneticilerden biri, çocuklara, “Süt içmezseniz Başbakanımız üzülür sonra” dedi diye, sütten nefret etmiş.

Şaka değil...

Ciddi ciddi yazıyordu.

Başbakan çocuklara süt içmelerini öğütledi diye, sütten nefret etmek...

Bu nasıl bir patolojiye işaret ediyor?

Bunun çözümlemesini de hekimler yapsın.