Nehir yatağına dönüyor

Cuma günü Türkiye, IŞİD’den kaçan Kürt sığınmacılara kapılarını açtı; cumartesi sabaha karşı da IŞİD’in elindeki 49 rehinenin başarılı bir operasyonla kurtarıldığı haberi geldi. Yani bırakılmadılar, kurtarıldılar. Peki Başbakan Davutoğlu, rehinelerin getirildiği Urfa’ya onları karşılamaya nereden geldi; Bakü-Azerbaycan’dan... Davutoğlu, Azerbaycan’da Kafkasya’yı Türkiye üzerinden Batı’ya bağlayacak transit ticari ağlarının ve enerji geçişlerinin müzakeresi için bulunuyordu.

Davutoğlu’nun Bakü’de yaptığı konuşma tarihidir, bunun için aynen buraya alıyorum bir kısmını: “ İlgilendiğimiz projelere baktığımızda, bu projeler sadece Türkiye ve Azerbaycan’a değil bütün çevre bölgelere barış getiren projelerdir. Bakü-Tiflis-Ceyhan, Kafkasya’yı Akdeniz’e bağladı, Bakü-Tiflis-Erzurum, Kafkasya’yı Anadolu’ya bağladık, Bakü-Tiflis-Erzurum, bu sefer demiryoluyla bağladık. Marmaray açılınca Pekin’i Londra’ya bağladık, bütün hatlarıyla. Şimdi TANAP projesi ile ve gerçekten yarın törene katılmaktan büyük onur duyduğum Güney Gaz Koridoru ile Kafkaslar’ı Balkanlar’a bağlayacağız, Anadolu üzerinden.” Davutoğlu, Balkanlar ve Kafkaslar’ın, 1990’lı yıllarda hep gerilimlerle anıldığını, bugün ise Azerbaycan ve Türkiye’nin başarı hikayeleri ile bu iki bölgenin ‘barış bölgeleri’ olarak birbirine bağlanacağını da vurguladı ve Anadolu coğrafyasının, Hazar ile Adriyatik arasında bir geçiş coğrafyası olacağını da söyledi. Peki bu tablonun eksiği neydi; tabii ki Irak coğrafyasında, özellikle Musul-Kerkük petrol ve enerji alanlarında, IŞİD saldırıları nedeniyle gerileyen Türkiye etkinliği... IŞİD’in tam bu zaman diliminde saldırısının ve Bağdat-Basra yerine, Musul-Kerkük hattına doğru ilerlemesinin nedeni buydu ve tamamen Türkiye’nin iki temel çıkışına yönelikti; birincisi Türkiye’deki çözüm sürecini Irak kaynaklı olarak bitirmek. İkincisi ise Musul-Kerkük kaynaklarını ele geçirerek, Türkiye’nin enerjiden başlayan genişlemesinin önüne geçmek.

Çözüm sürecinin nasıl sona erdirileceğini somut olarak bu hafta gördük; binlerce sığınmacı Türkiye sınırına yığıldı, umulan şuydu; Türkiye, riski göze almayacak sığınmacıları bekletecek ve sonra da tampon bölge ilan edilecek. Tampon bölge PKK ile yeni bir çatışmanın kapıları açacaktı. Nitekim PKK sözcüleri tampon bölge olursa çözüm süreci biter demeye başladılar.

Ama Türkiye, bu neocon tezgahını gördü ve kapıları sığınmacılara açtı. Bu tezgahı yapanlar Türkiye’yi hâlâ eski Türkiye sanıyordu... Türkiye, çözüm süreci riski olmasaydı da kapılarını açacaktı. Çünkü Türkiye’nin yeni politikası, bölgedeki tüm mazlum halklara dönük kucaklayıcı bir politika. Bir nehrin, hiç kurumayan bir nehrin yeniden yatağına dönmesi çünkü bütün bu olup biten... Ancak bu olup biteni durdurmaya çalışan IŞID’i bu coğrafyaya salan kim; bakın o da çok tanıdık bir isim...

ABD’nin paralelleri 

Obama’nın politikalarına karşı ‘paralel’ neocon kabinesi kuran Dick Cheney ‘hükümeti’ bütün bu süreçte Türkiye’yi paralize edecek iki örgütü birden devreye soktu; birincisi biliyorsunuz 17 Aralık darbe sürecini başlatan ancak yenilen ‘bizim’ paralel örgüt. Şunu bilin ‘bizim’ paralel örgütü, ABD’nin paraleli eli kanlı Dick Cheney ve ekibi yönettiği gibi, IŞİD’in de ipleri ABD’deki bu neocon paralellerinin elinde... İkinci Dick Cheney örgütü tabii ki IŞİD... Ama ABD’li paralelcilerin tabii ki Ortadoğu’daki çekirdek partisi İsrail Likud partisidir. İsrail’in, Likud’un kışkırtmasıyla IŞİD’le hemen hemen aynı tarihlerde devreye girmesi tesadüf değildir. İsrail Gazze’yi vuracak, IŞİD Irak coğrafyasında terör oluşturarak Türkiye-Bölgesel Kürt Yönetimi ilişkilerini ve çözüm sürecini hedefleyecekti. Cumhurbaşkanlığı seçim sürecinde, Türkiye içindeki yapı da iç istikrarsızlık ve Türkiye’nin Batı’daki itibarına yönelik olarak çalışacaktı. 

Tabii 17 Aralık başarılı olsaydı bunların çoğuna gerek bile olmazdı belki...

IŞİD, saldırısının ilk gününde Türk Konsolosluğu’nu bastı ve rehine sorununu başlattı. Böylece Türkiye, IŞİD’in yaptığı teröre ses çıkartamayacak ve IŞİD yanlısı olarak gösterilecekti. 

CIA değil MİT...

Şimdi rehinelerin kurtarılması ile şöyle yorumlar yapıldı dün; Türkiye’nin IŞİD’le savaşmama bahanesini ortadan kaldırmak için rehineleri CIA bıraktırdı. Öncelikle Türkiye’nin IŞİD’e ve ona paralel tüm yapılara karşı çıkmamak için bahane üretmesi gibi bir görüş, bütün bu anlattıklarımız çerçevesinde, yanlıştır.

Bu yorumu yapabilmek için insanın hem Türkiye’nin yeni yolundan ve Yeni Türkiye’den hiç haberinin olmaması gerekir hem de ABD-Obama yönetimi şu an ne yapıyor; CIA’nin ‘resmi’ politik hattı ne bundan hiç haberinin olmaması gerekir. Öncelikle ABD, özellikle şu dönemde, tek parça değil ama hem Obama yönetimi hem de Dick Cheney gibilerin yönlendirdiği neocon kanadı, Türkiye’nin Irak’ta siyasi etkinliğini istemiyor. Obama tarafı bunu erken buluyor ve taşların henüz yerine oturmadığını düşünüyor. Cheney tarafının ise zaten her zaman Türkiye deyince tüyleri diken diken olmuştur. Bunun için rehinelerin tutsak alınması Cheney gibilerin kurmay planıdır ama bırakılması da CIA marifeti değildir. Şu olabilir; Türk istihbaratı belli sınırlar dahilinde ‘işbirliği’ yapmış olabilir ama bu onların bizi değil, bizim onları kullandığımızı gösterir.

Şimdi mesele hiçbir komployu kaldırmayacak kadar açıktır; bu yeni bir dönem ve 20. yüzyılın başından beri, ilk defa Türkiye gibi doğu ülkeleri ve onların devletleri, emperyalizmin reel politiğinin dışına çıkarak, kendi çıkarları doğrultusunda siyaset geliştiriyor. Bakın burada rehinelerin kurtarılması ile Türkiye’nin Hazar ve Musul-Kerkük kaynaklarını Güney’e ve Akdeniz’e indirerek Avrupa’ya taşıması, aynı şekilde ta Doğu Çin Denizi Limanları’ndan başlayarak Berlin ve Londra’ya giden hızlı tren ve ticaret ağlarına dahil olması ve kendi hinderlandında bunları örmeye başlaması aynı zincirin halkalarıdır.

Mülteci sorunu 

Burada tabii ki çok önemli sorunlarla karşılacağız. Örneğin Türkiye, mülteci sorununu yeniden ele almalıdır. Bunun hukuki üst yapısı ve ekonomik altyapısını oluşturacak adımları çok hızlı olarak atmalıyız. Türkiye, hızla mülteci ve sığınmacılara yönelik bir çalışma yasası çıkarmalıdır. Buradaki işgücü piyasası düzenlenmeli ve bu alana ilişkin yeni sosyal politikalar geliştirilmelidir.

BM gibi kurumların, AB’nin buraya daha ciddi ve kurumsal yaklaşması sağlanarak, Türkiye’nin ekonomik yükünü alacak fonların devreye girmesi, ilgili bakanlıkların acil hedefi olmalıdır.

Ama şunu söyleyelim sonuç olarak: İşte nehir yatağına dönüyor. Herkes bunu bilsin ve yarına tam buradan baksın...