Yolsuzluk mu? Yapan cezalandýrýlsýn. Çünkü, büyük ihanettir yolsuzluk.
Düþünsenize, ‘dava’ diyorsunuz, ‘hizmet’ diyorsunuz, ‘tüyü bitmemiþ yetimin hakký’ diyorsunuz.
Birileri arkanýzdan kuyunuzu kazýyor.
Siz, onun ‘çalýþtýðýný’ düþünüyorsunuz, meðer o ‘çalýyor.’
Bu ihanettir.
Ve eðer varsa, müstehaktýr. Ýbret olsun diye, en açýk, en görünür þekilde cezalandýrýlmasý lazýmdýr.
Hayýr hayýr, ortalýkta dönüp duran kirliliðe istinaden yazmýyorum bunu.
Yani filan bakan, filan müþavir, filan müdür deðil. O kadar kirli bir zemindeyiz ki, ortalýkta dolaþanlarýn hepsi yalan da çýkabilir.
Ama varsa, kim olursa olsun yaptýðýna piþman edilmelidir, nokta.
‘Mesele yolsuzluk deðil, hala anlamadýn mý’ diye bir cümle kurabiliriz. Nitekim kurduk.
Hatýrlarsýnýz, bir ABD-Ýsrail ekseni vardý.
Bu eksen, ‘uluslararasý alem’in Türkiye için uygun bulduðu eksendi.
Kendi menfaatin olmayacak. Ýsrail’in menfaati olacak.
Kendi menfaatini, ancak Ýsrail’in durumuna göre, Ýsrail dolayýmýndan mevzubahis edebileceksin.
Aslýnda, tam bir ABD-Ýsrail ekseni de deðildi bu. Bir ‘Neokon-Ýsrail’ ekseniydi. Bilirsiniz, Amerika, yekpare deðildir. Clinton baþka, Bush baþkadýr.
Neyse iþte, merhum Erbakan Baþbakan olunca, Neokon-Ýsrail ekseninin tadý kaçtý.
Yüzü baþkaydý, bu yeni hükümetin. Ne yapacaðý belli olmazdý.
Üstelik, kendi haline býrakýlýrsa, ekonomide, kalkýnmada, baþarýlý olacak gibi görünüyordu.
Bir kampanya baþladý. En adi yöntemler kullanýldý. (Biz, o yöntemleri ‘en adi’ zannediyorduk, þimdi daha adileri çýktý.)
Televizyonlar, gazeteler, var güçleriyle hücum etti. Biz, o zaman, iki üç gazeteydik. Bir de televizyon. Hadi adlarýný sayayým. Yeni Þafak, Vakit, Milli Gazete. Bir de Kanal 7. Hepsi buydu. (Hoþ, þimdi de hesap etsek, saldýranlar, eskisinden daha kalabalýk.)
Bir Müslüm Gündüz-Fadime Þahin kliþesi icad edildi. Bütün mü’min insanlarý o kliþenin içine sokmaya uðraþtýlar.
Çok yazdýk, sözü uzatmayayým, hepimizi, baþörtüsüyle idam etmeye uðraþtýlar diyeyim de, gerisini siz anlayýn.
Niçin yaptýlar bunu?
Türkiye’yi ‘Neokon-Ýsrail ekseni’ne bir daha çýkmayacak þekilde oturtmak için.
Oturttular.
Ve memleketi rezil ettiler. Ne ekonomi kaldý, ne siyaset.
Proje, o kadar deðerliydi ki, herkesi feda ettiler. Bitirdiler.
Sonra, siyaseten ‘yok’ olmuþ bir adamý, Ecevit’i, diriltip Baþbakan yaptýlar.
Yani ‘sýfýr’ý tükettik.
Öyle bir noktaya geldik ki, ortada iyice politize olmuþ bir kaç general, ancak ‘mazi’ siygasýyla bahis konusu edilebilecek yýkýk bir merkez sað ve artýk restore edilmesi tamamen imkansýz bir Ecevit enkazý kaldý.
Recep Tayyip Erdoðan, böyle bir dönemde geldi.
Geldi ve Türkiye’nin itibarýný yükseltti.
2002’deki Türkiye’yle bugünün Türkiye’si, ekonomik açýdan, siyasi açýdan, içeride veya uluslararasý alanda, hiçbir þekilde kýyaslanamaz.
Ve Türkiye, ‘bin yýl sürecek’ dedikleri 28 Þubat çizgisinden ve doðal olarak, Neokon-Ýsrail ekseninden çýktý.
Kendi politikasý ve kendi kimliði oldu Türkiye’nin.
Þimdi, ilk ve en fark edilir iþaretini 7 Þubat 2012’de, MÝT Müsteþarý Hakan Fidan’a yönelik þiddetli saldýrýyla veren, 17 Aralýk 2013’te ‘altýn vuruþ’unu yapan, o günden beri, irili-ufaklý, kirli saldýrýlarýna devam eden ‘paralel organizasyon’un hedefi, Türkiye’yi yeniden, Neokon-Ýsrail eksenine oturtmaktýr.
Herkes, hafýzasýný yoklasýn, görecektir: ‘Paralel kampanya’nýn bütün aþamalarýnda, bütün tezahürlerinde Neokon-Ýsrail ekseninin alametleri vardýr.
30 Mart, en çok bu yüzden önemlidir.
Paralel kampanya hedefine ulaþýrsa, yeniden, Ýsrail’in oyuncaðý oluruz.
Mesele bundan ibarettir.