Neredeyse kayıp bile verilmeyen 18 Mart şehitler günüyse Gelibolu'yu nasıl tanımlayalım

25 NİSAN sabaha karşı İngiliz, Fransız birlikleriyle kısaca ANZAC olarak adlandırılan Avusturalya ve Yeni Zelanda askerleri Gelibolu’ya ayak bastılar. Yaklaşık 75 bin kişilik bir ordu, donanmanın mayınlar ve topçu savunmasına karşı geçmeyi başaramadığı boğaz harekâtının tamamlayıcısı sayıldı. Bu ordunun amacı, boğazın iki yanına dizilmiş bulunan topçu bataryalarını ele geçirmek, imhâ etmek ve böylece donanmaya yol açmaktı. Böylece askerî tarihin bu ölçekteki ilk amfibi harekâtı da başlamış oldu.

Amaç kara savunmasını geçebilmek

Sürpriz bir saldırının ardından savunma yerini alıncaya dek geçecek zamanda iki koldan birden Gelibolu’nun sırtları ele geçirilecek ve ardından da boğaza inilerek burada konuşlanmış bulunan bütün bataryalar ve tabyalar imha edilecekti. Çıkarma bölgeleri savunma açısından belirsizliğini korurken zaman en önemli unsurdu. Sürpriz bir saldırı, şaşırtma da verilerek, savunma güçleri yerini almaya fırsat bulamadan gerçekleşecekti. Savunmayı tereddütte bırakmak için öncelikle sahte çıkarmalar yapılacaktı. Anadolu yakasında Kumkale’ye yapılacak çıkarmanın sorumluluğu Fransızlara aitti. Bu grubun misyonu, bu bölgede bulunan önemli sayıdaki Osmanlı gücünü bölgeye çivilemek, yani diğer çıkarma yerlerine takviye olarak sevk edilmelerini engellemekti. Kumkale’ye çıkanlar küçük bir gruptu, fakat karşılarında bulunan muazzam büyüklükteki Osmanlı birliklerini başarıyla oyaladılar. Fransızlar önemsiz zayiat miktarıyla savunmanın karşı saldırıya geçtiği anlarda, Osmanlı kuvvetlerini fena halde ezdiler. Bu bölgedeki Osmanlı askerlerinin neredeyse yarısı savaş dışı kaldı. Asıl çıkarma bölgelerindeki faaliyetin ardından bu bölge derhal boşaltıldı. Böyle sahte bir çıkarma gösterisi bir de Suvla körfezi civarında düzenlenmişti; burada da pek çok gemi sanki her an çıkarma yapacakmış gibi ileri geri gidip geliyor ve sahildeki Osmanlı birliklerinin bir başka noktaya takviye olarak gitmesini engellemeye gayret ediyordu.

ANZAC?grubunun

Arıburnu çıkarması

Ama asıl iki önemli merkezde gerçek çıkarmalar gerçekleşti, hemen hemen aynı anda üstelik. İlk grupta ANZAC birlikleri bugün Anzak koyu olarak bilinen dar plaj alanına, yani tam olarak Arıburnu yükseltilerinin tam karşısına çıktılar; aslında çıkmaları planlanan yer burası değildi. Onlar çıktıkları plajın yaklaşık iki kilometre daha aşağısına, Kabatepe önüne çıkmayı öngörmüşlerdi; fakat muhtemelen gece karanlığındaki çıkarma sırasında kayıklarının akıntı yüzünden daha kuzeye kaydığının farkında değillerdi. Çıktıkları yer başbelası bir bölgeydi; plajın darlığı lojistik desteği güçleştiriyordu; fakat burası o kadar çıkılmayacak bir yerdi ki, savunma burada hiçbir önlem almamıştı. Kıyıdaki gözetleme birlikleri, çıkarmayı haber vermiş, daha sonra mermileri bitinceye dek vuruşmuş ve nihayet geri çekilmeye başlamıştı. Muazzam bir sayı üstünlüğüyle ANZAC askerleri önlerindeki sırtlara doğru atıldılar. Zorlu sırtları pek de savunma ateşi yemeden aştılar; nihayet bütün sırtların düz çizgisi olarak bilinen Kocaçimendağı silsilesine kadar vardılar. Conkbayırı da buradaydı. Bugün Conkbayırı’na doğru çıkan karayolunun solunda kalan kısımlar, işgal edilivermişti bile. Tepelerin düşmesi demek, savunmanın eteklere gerilemesi ve savunma pozisyonlarının bir hayli tehlikeye düşmesi anlamına geliyordu; bu durumda tepelerin tutulması savunma güçleri açısından hayatî önemdeydi.

Tepeler o gece birkaç kez el değiştirdi

Bu aşamada savunma da harekete geçti: Önce Yarbay Şefik Aker alayıyla saldırıyı karşıladı; bir sonraki tepede Yarbay Mustafa Kemal Beyin alayı da kısa sürede, hemen hemen aynı anda taarruza katıldı. Bundan sonrası günün ve gecenin kanlı muharebesiyle sürdü. ANZAC öncü birliğinden bazı askerlerin Conbayırı’ndan boğazı gördüğü kayda geçmiştir; bu şu anlama geliyordu; Conkbayırı ile civarındaki pek çok tepe o gün ve o gece ve sonrasında karşılıklı olarak birkaç kez el değiştirdi. Savunma da saldırı güçleri de sürekli takviye alıyorlardı; fakat güç dengesi ve zaman hızla savunmanın lehine dönmüştü. Karaya çıkanlar, neredeyse ilk gün eriştikleri mesafelerin neredeyse dokuz ay sürecek olan bitmez tükenmez çarpışmaların sınırı olduğunu tabiî ki bilmiyorlardı.

Seddülbahir çıkarması

BUGÜN Çanakkale şehitleri âbidesinin yanından boğazın çıkışına doğru bakıldığında, Morto Koyu’nu da içine alan ve yarımadanın beş bölgesine yayılan plajlara İngiliz ve Fransız birlikleri çıktılar. Bu kez kuzeyde ANZAC cephesinde etkili olmayan donanma destek ateşini de yanlarına almışlardı. Arıburnu’ndaki tepeler donanmanın taarruz güçlerine etkili bir yardımda bulunmasını engellerken, Seddülbahir cephesinde durum tam aksiydi. Savunma güçleri açıktaydı; en yüksek tepe olan Alçıtepe dahi yeterince yüksek değildi ve yarımadanın en güneyindeki bütün savunma güçleri, donanmanın etkili ve ölümcül ateşine gece gündüz açıktı. Bu bakımdan savunmanın durumu gerçekten de güçtü. Burada taarruz eden birliklerin ilk gün hedefi, bölgenin en yüksek tepesi olan Alçıtepe ile Kirte köyünü ele geçirmekti; daha sonra kuzeydeki birliklerle, ANZAC grubu ile birleşecekler ve bütün savunmayı imha etmiş olacaklardı. Fakat bütün bu harekâtın kısa zamanda tamamlanması gerekiyordu; aksi halde savunma yerine yerleşebilir ve bunun sonucu bu kez taarruzdakiler için ölümcül olabilirdi. Bazı plajlarda çıkarma sorunsuz ilerledi; bir çoğunda etkili ve yoğun savunma ateşi görüldü. Hatta bir bölge bu nedenle tamamen terk edildi. Bir kez daha taarruz kuvvetlerinin asker miktarı ile savunma gücü pek de kıyas kabul etmezdi. Çok küçük bir savunma gücü, gün ve gece saldırıları önledi, yavaşlattı, çok kez yeni taarruzları kırdı. Ama onlar da sonunda ezildiler. Neyse ki akşamdan itibaren takviye birlikleri sökün etti. Güç dengesinin kurulması zaman aldı. Birkaç gün boyunca saldırı ve karşı saldırılar üst üste tekrar etti. Bugün Seddülbahir’deki büyük İngiliz anıtından ya da yeniden elden geçirilmiş, restore edilmiş eski tabyadan bakıldığında sağda solda bulunan plaj çıkarma bölgelerinin önündeki durgun deniz, o sırada kan gölüne dönmüştü çoktan ve hep de öyle hatırlandı. Bugün denizi arkasına alıp da Alçıtepe’ye bakan bir kişi, bu bölgede binlerce askerin karşılıklı olarak nasıl aylarca savaşabildiğini anlamakta güçlük çekecektir elbette. Ne var ki, taarruz edenler bu cephede de birkaç gün içinde ilerleyebildikleri noktadan daha öteye hiçbir zaman geçemediler.

Siper savaşı ölümcüldü

BATI?cephesinin siper savaşı tecrübesi de daha yeni başlamıştı; komutanlar, askerlerinin kahramanca öne atılıp karşı siperi alt edebileceğinden emindi henüz. Bunun içindir ki, her iki siperde de bulunan gençler, pek çok kez kendilerinden beklenen kahramanlığı gösterdiler ve her defasında diğer siperin önünde yıkılıp kaldılar. Makinalı tüfeklerin, şarapnellerin, yoğun piyade atışının, el bombalarının koruduğu siperlerin içine kadar girebilen askerler bile burada tutunamıyordu. Her saldırı birkaç bin gencin ölümü ya da yaralanmasıyla hem de bilemediniz bir saat içinde bitip tükeniyordu. Binlerce gencin ölüsü üzerinde kazanan bazen eğer biraz şansı varsa birkaç yüz metre ileriye gidebiliyordu. Eğer bir karşı saldırıyla bu toprağı da kısa bir süre sonra yitirmediyse.

Siper askerler için hem koruyucuydu; hem de ölümcül bir sığınak. Koruyucuydu; çünkü donanma ateşine karşı olsun, topçu ateşine karşı olsun askerler kendilerini çukurun içine gömerek her türlü ateşe karşı emniyete alıyordu, olabildiğince tabiî. Fakat diğer yandan çürütücüydü de. Biraz önce sohbet ettiği arkadaşının cesediyle haftalarca başbaşa kalmak zorundaydı; parçalanmış ve çürümüş cesetler içinde yaşamak direnç kırıcıydı. Birliklerin sık sık değiştirilmesi gerekiyordu. Bu bakımdan bu cepheden geçen asker sayısı yüzbinlerle ifade edilmektedir. Beslenme koşulları da kötüydü; hijyen hiç yoktu. Bunun içindir ki, hastalıktan ölme ihtimali, bir kurşun yarasıyla ya da şarapnel parçasıyla ölmekten çok daha yüksekti. Yaralı ve hastaların geriye hastaneye taşınması ayrı bir sorundu. Ölüm siperin içinde pusuya yatmıştı daha çok; siperin dışındakini saymazsak tabiî. Osmanlı kuvvetlerinin 65 bin civarında şehidi olduğu hesaplanıyor; 100 bin yaralı vardı. Yine de yaralıların tedavi oranı hayli yüksek sayılırdı. Esirler, kaçaklar ve savaşamayacak duruma gelenlerle birlikte 150 binin üzerinde zayiat vardı. Cephe gerisinde ölen hasta ve yaralılarla birlikte 100 bin şehide kadar yükselen bir rakam tahmin edilmektedir. Toplam savaş zayiatı ise, hep şehit sayısı olarak telâffuz edilmesi artık bıkkınlık vermiş olan 250 bindir. Karşı tarafın zayiatının da aynı rakama ulaşmış olması, bu küçücük bölgedeki savaşın ne denli kanlı olduğunu bize yeniden hatırlatmalıdır. Sonunda taarruz grubu daha fazla direnmenin anlamı olmadığını anladı ve yarımadayı gayet başarı bir operasyonla tahliye edebildi. Belki de taarruz kuvvetlerinin en büyük askerî başarısı, filmin son karesi oldu. Osmanlı savunmasına hiç çaktırmadan o kadar askeri ve büyük miktarda malzemeyi yeniden gemilere yüklemeyi başardılar. Hem de her iki cephede birden. Gelibolu, artık sadece hafızalarda ve mektuplarda kalmıştı.

BİNBAŞI HALİS ATAKSOR’UN KALEMİNDEN

“24/25 Nisan 1915/saat 04.00:

9. Fırka kumandanlığına; Arıburnu’na düşmanın bir miktar kadar asker çıkardığı şimdi bölükkumandanlığından bildirmekle, düşmanın kovulup atılması için bölük kumandanlığına emir verildiği…

25 Nisan 1915; düşman Arıburnu üzerindeki sırtlardan Kabatepe’nin gerilerindeki sırtlara sarkmaktadır. Elimizde ihtiyat kuvvetimiz yoktur. (…) Alayımız Arıburnu sırtlarının doğusundaki düşmana saldırıyor. 57. Alay Kocaçimen istikâmetinden ilerliyor.

3 Mayıs 1915: Kıt’alar harp alanında kalan şehitleri geceleyin imkân buldukça gömecektir.

10 Mayıs 1915: Sol kanat kumandanı bugün siperleri denetlemesinde bir çok ölünün halen kaldırılmadığını görmüştür. Bu gece üç taburun sıhhiye eratı, siperlerdeki bölüklerin değiştirilmesinden sonra, ne kadar ölü varsa toplayacaktır ve sabaha kadar herhalde siperler ve dolayları temizlenmiş olacaktır.”

(Binbaşı Halis Bey; Çanakkale Raporu)