Nerelisin, Kim ve Medenileþme

Sosyolog Besim Dellaloðlu, nerelisin sorusunu ancak taþralýlarýn sorabileceðini ortaya attý. Þehirli ve medeni insanlarýn böyle sorular sormayacaðýný ileri sürdü. Çünkü onlar birey kimliklerine inanýrlar. Nepotizm ve patronaj iliþkilere ihtiyaç duymazlar. Þahsi kanaatim asýl medenilik, "nerelisin" sorusundan öte "kim" sorusunda saklý.

Ýnsanlar öteden beri doðduklarý ve içinde büyüdükleri yer isimleriyle tanýmlanýr. Aidiyet burada "memleket" diye ifade edilir. Ne kadar güzel bir kelime! Mesela Farabi, Farablý demektir, Nasreddin El-Tusi de Tus'lu. Davut El-Kayseri de Kayserilidir. Bunlar memleketleriyle tanýnýrlar ve hiçbir zaman da "taþralý" olarak görülmezler. Büyük düþünürler, dönemlerine damga vurmuþ entelektüeller... Mesela Davut El-Kayseri, Ýbn'ül Arabi'nin Füsus'una þerh yazmýþ, Osmanlýnýn kurucu medresesinin baþýnda yer almýþ, vahdet-i vücut meþrebiyle Osmanlý fikriyatýný mayalamýþ. Kayseri olduðunun söylenmesi ve onunla tanýmlanmasý da onu "taþralý" yapmaz.

Üstelik taþra sosyolojisinden gelerek çok önemli aktörler haline gelen insanlar da var. Süleyman Demirel bunlarýn baþýnda gelir. Entelektüeller için de öyledir. Sezai Karakoç bir kasabadan gelir. Erganilidir. Maraþ'ta ortaöðretimden geçmiþ. Elbette taþra sosyolojisinin sert, dar, dýþlayýcý pratikleri de var. Fakat coðrafya kader deðildir! Ýnsan bilinci yaþadýðý mecrayla bunlarýn üstüne çýkar.

Asýl olan "kim" sorusudur. Ýnsaný çevreleyen, sýnýrlayan, sosyal dünyasýný maðaraya çeviren bir soru... Bir iþ baþvurusu, kadro atamasý ya da siyasete katýlým durumunda "bu arkadaþ kim" diye sorulur. Devletimiz de sorar. Bu soruyla kiþinin ideolojik, sýnýfsal, cemaatik, etnik bütün özellikleri öðrenmeye çalýþýlýr. Ýkinci soru da "kimin adamý". Yani kiminle iþ tutar, kimi temsil eder, kimin sözcülüðünü yapar.

Ýþte medenileþme meselemiz!

Medenileþme meselemiz tamamen bu soruda gizli. Çünkü burada insan özne olarak muhatap alýnmýyor. Bir insan, bir birey, bir þahýs...Eðitimi, tecrübesi, donanýmý ile bize katký saðlar mý, saðlamaz mý? Bu açýlardan yaklaþmýyoruz. Tamamen lobiler, cemaatler, sýnýflar, etnisiteler üzerinden bakýyoruz. Bölgeler önem taþýyor.

Kolektivizme esir oluyoruz.

Kolektif aidiyetler olmadan insan yaþayamaz. Ancak insanýn tamamen bunlarla beraber tanýmlanmasý baþka bir þey. Buna kolektivizm denir. Burada adeta Sovyetler Birliðindeki "partinin adamý mý, deðil mi" gibi bir tutum belirleyici olur. Özne gölgede kalýr, insan þahsiyeti epeyce geride seyreder.

Türkiye bunlarý aþamadý halen. Dönem dönem çoðalýyor da. Özellikle olaðanüstü dönemlerde. Vatandaþ olamayan, birey olamayan bir Türk insaný ortaya çýkýyor. Hep aileye, sýnýfýna, sosyal çevresine muhtaç bir geliþmemiþ bilinç hali. Hatta bunlardan sýyrýlarak kendilik haliyle var olmak isteyenlere þüpheyle bakýlýr. Kim bu? Ne olduðu belli deðil, herkese nazar boncuðu daðýtýyor.

Asýl meselemiz medenileþmek, medeniyet deðil. Çünkü medenileþemeden medeniyet olamaz. Medenileþmenin ilk þartý da insanýn þahsiyetiyle var olmasý ve tercihleriyle topluma katýlmasýdýr. Sürü sosyolojisi, medeni toplumlarda nadir görülen bir olgu. Cahili toplumlarda ve ilkel toplumlarda sürü toplumlara rastlanýr. Modern zamanlarda da bunu görebiliriz. Buradan çýkmanýn ilk önemli belirtisi "ben olabilmek"ten geçer. Yani kendi þahsiyetini bulan ve onunla iradesini ortaya koyan insan...

Muhammed Ýkbal, benliði yeniden ayaða kaldýrmaya çalýþan bir düþünür. Müslümanlarýn benlik sahibi olmasýný ister. Nurettin Topçu da "isyan ahlaký" yaklaþýmý ile benliði kolektivizme ve konformizme karþý savunan filozof.

Millet olarak yeniden medenileþmek zorundayýz. Bu da ancak þahsiyet sahibi özne benlikler olmakla mümkündür. Medeniyetlerin tohumu bu benliklerle atýlýr. Ýslam toplumlarý, ancak yeniden medenileþerek "cemiyeti kamili" inþa edebilir.