Nevruz yahut Newroz: Gelen aynı bahardır

Yarın bayram. İnşallah Türkiye yarından itibaren silahların ebediyen sustuğu, kardeş kanının toprağa düşmediği bir ülke olacak.

Elbette hiçbir şey öyle iki günde ve sıkıntısız olmayacak. Öcalan’ın “eylemsiz kal ve geri çekil” kararını açıklamasının ardından örgütün hangi yollardan, nasıl bir yöntemle ve takvimle geri çekileceği, bütün bu sürecin vukuatsız yürütülüp yürütülemeyeceği, olası bir provokasyonu bir kez daha göğüsleyip göğüsleyemeyeceği henüz bilinmiyor. Ama bu hedefleniyor, bunda mutabık kalınıyor ve taraflar ilk kez bu kadar kararlı görünüyor. Türkiye son 30 yılını kana boyayan ve kangrenleşen bir sorundan kurtulabilmeye ilk kez bu kadar yaklaştı. Bu, çok değerlidir ve ölümleri durduracak olan bu süreç kimsenin karın ağrısına feda edilemez.

Kuşkusuz yolun başındayız. Daha işin dağdan inme, silah bırakma ve entegrasyon aşamaları var. Dikkatli, özenli ve gayretli olmayı gerektiren zorlu bir süreç bu. Ama işte en kritik evredeyiz ve Başbakan’ın dün grup toplantısında tekrarladığı gibi sırat köprüsünde, bıçağın keskin yüzünde yol almaya çalışıyoruz. Bazılarının küçük hesapları, kiminin doğuştan, kiminin zımparalanmış beyaz aydın kibirleriiçin, mırın kırın etme, böyle barış olmaz, demokrasi bunun neresinde deme lüksümüz yok. Diyenleri de anlayışla karşılama lüksümüz yok. Çünkü bu ülkenin, bu toplumun artık buna tahammülü yok, kurban edeceği tek evladı dahi yok.

Olmasaydı sonunuz böyle

Ülkenin demokratikleşmesi ve akan kanın durması için yıllarca yazmış çizmiş söylemiş kimi vicdan sahibi vedemokrat bildiklerimizin tam da zurnanın zırt dediği yere gelindiğinde patır patır dökülmesi sizce nedendir? Barışın teorisini sevip pratiğinden hazzetmemek mi bu? Parlak kariyerlerini bu ve benzer sorunlara yahut hem sorunlu zamanlarda yangına odun taşıyıp hem de her şey olup bittikten sonra afili kitaplar yazarak nedamet getirmelerine borçlu olan ablalarımıza, ağabeylerimize üzülmek dışında bir şey gelmiyor elden.

Türk Ocakları’na 16 yıl başkanlık eden Nuri Gürgür ile yaptığımız ve Pazartesi günü Star’da yayınlanan röportajı okudunuz değil mi? Etnik milliyetçiliğe cevaz vermediği gibi, var olan Kürt sorununa da, var olsun diye çabalanan Türk sorununa da ilaç olacak mahiyette cümleler kurdu Sayın Gürgür. Sürece yaklaşımı ihtiyatlı ve gerçekçiydi ama MHP gibi yıkıcı değil bilakis yapıcı ve kuşatıcıydı.

Sahi Sayın Bahçeli ve MHP sözcüleri hem kürsülerden kükreyip, içinden ihanet projesi, vatan hainliği gibi ağır ithamlar geçen ağız dolusu cümleler kurup sonra da -konuşma ve alkış faslı bitince hayatlarına nasıl sakince devam edebiliyorlar? Söylediklerine kendileri de inanmıyor olabilirler mi? Ama eğer inanıyorlarsa ve buna rağmen sessiz kalıyorlarsa asıl büyük ihanet bu değil midir?

Samimi fikrim şu: Ben MHP’nin gizli ferasetine inanıyorum ve söyledikleri için değil ama yaptıkları için (aslında yapmadıkları için) kendilerine şahsım adına teşekkür ediyorum.

CHP’ye gelince. Bir kez daha dalgalanıp durulan CHP’de durumlar nasıl acaba diye bakma ihtiyacı gazeteciler için bile gerçek bir ihtiyaç olmaktan çıkmak üzere. Türkiye’nin son 30 yılını kana boyayan bir sorundan kurtulmak için verilen çabanın en önemli evresindeyiz ve

CHP ortalarda yok. Kılıçdaroğlu dönemine has olmak üzere, toplumsal bir soruna, halkı ilgilendiren herhangi bir konuya yaklaşırken burnunu tutup steril eldivenlerini giyerek de olsa, meseleye sokulacakmış gibi yapan Cumhuriyet Halk Partisi, ne nazenin elini taşın altında uzatıyor, ne sürecin içinde bir yerlerde bulunuyor. Peki CHP nerede? Başbakan’ın ensesinde! Süreç sırat köprüsündeyken çekiştirdiği yetmezmiş gibi bir de, olur da tökezlerse diye tepesine binmek için fırsat kolluyor. Aferin! Kendini siyaseten bu kadar yok sayan bir parti, halk için de muteber ve var denebilir mi?