Çocukluk yýllarýmýn bir bölümü 12 Eylül rejimine denk geldi. O zaman tek bir resmi kanaldan, yani TRT’den baþka hiçbir radyo ve televizyon olmadýðý için de, darbe rejiminin propaganda temalarýna epey vakýf oldum.
Bu temalardan biri, “Türkiye üzerine oynanan oyunlar” söylemi idi. Buna göre, ülkemiz, 70’li yýllar boyunca kanlý bir sað-sol çatýþmasýna sahne olmuþtu, çünkü bir dizi “dýþ mihrak” içimize fitne sokmuþtu. Saf gençler kandýrýlarak silahlandýrýlmýþ, onlarý birbirine kýrdýrtan dýþ güçler de ellerini ovuþturmuþtu.
Fakat ne enteresandýr ki, sað-sol çatýþmasýna bir sünger çeken (ya da çektiðini sanan) 12 Eylül rejimi, yepyeni bir çatýþmanýn fitilini ateþledi. Darbeci generaller, Kürtleri o kadar ezdiler, Diyarbakýr Askeri Cezaevi’nde o denli korkunç iþkenceler yaptýlar ki, PKK’ya katýlacak kadrolarý kendi elleriyle yetiþtirdiler.
Bu hatalarýný da görmediler tabii ki. Aksine, “Türkiye üzerine oynanan oyunlar” söylemini sürdürdüler. “Bizi birbirimize kim kýrdýrýyor” diye kýzýp durdular. “Biz birbirimizi niye kýrýyoruz” diye sormak akýllarýna gelmedi.
Siyasi zihniyet
Türkiye bugün 12 Eylül rejiminden bin kat ilerde kuþkusuz. Eksikleri de olsa demokrasimiz iþliyor, özgürlükler geniþliyor. Son on yýlda gerçekten çok mesafe aldýk.
Fakat düþünce kalýplarýmýz, siyasi zihniyetlerimiz o kadar kolay deðiþmiyor. Bilhassa da kendi sorunlarýmýzý teþhis etmek yerine bunlarý muhayyel “þerodaklarý”na havale etme alýþkanlýðý sürüyor.
Siyaseten sürekli çatýþýyor, sonra da “bizi birbirimize kim düþürüyor” diye soruyoruz mesela. “Biz niçin bu kadar çok çatýþýyoruz” diye sormak pek gelmiyor aklýmýza.
Oysa bence bu soruyu sormanýn tam zamaný þu ara. Çünkü askeri vesayet gibi yapýsal sorunlar bitmiþ, ama çatýþma halimiz bitmemiþ durumda. Bitmek þöyle dursun, kavga giderek derinleþiyor, dahasý eskiden dost ve müttefik olanlarýn arasýnda yeni kavgalar çýkýyor.
Ben, bu kavgalarda körü körüne taraf tutmak yerine ilkesel tutum almaktan, dahasý gerilimi körüklemek yerinde düþürmeye çalýþmaktan yanayým. Ancak asýl meselenin en az yüzyýldýr süren “çatýþma kültürümüz” olduðunu, asýl bunu sorgulamak gerektiðini de düþünüyorum.
Üç sebep
Bu kültürün üç önemli sebebi var gibi geliyor bana. Biri, “monolitik” yani yekpare millet anlayýþý. Bu, millet içindeki farklý kültürel damarlarýn, diðerlerini de kendisine benzetmek istemesi sonucunu doðuruyor. Bitmek bilmeyen dayatmalar, tepkiler ve karþý-tepkilerle boðuþuyoruz dolayýsýyla habire.
Ýkinci sebep, paranoya düzeyindeki siyasi kuþkuculuðumuz. Öyle ki her siyasi kamp, rakiplerinin arkasýnda “karanlýk güçler” olduðuna inanýyor. (Son günlerde iki ayrý muhafazakâr kesim arasýndaki gerilimde yer yer baþgösteren “Ýsralci” veya “Ýrancý” ithamlarýnda da olduðu gibi.) Karþýnýzdaki adamlarý normal insanlar deðil de böyle hain komplolarýn piyonlarý gibi görünce diyalog ve uzlaþý zemini ortadan kalkýyor haliyle.
Üçüncü sebep, “iktidar”ýn çok mühim bir þey olmasý. Devlet, çok kudretli, merkezî ve sýnýrsýz bir dev anasý. Onu yöneten, iþ dünyasýna da, üniversitelere de, kýsmen medyaya da hükmedebiliyor. O yüzden de iktidarý almak veya elde tutmak bir hayat-memat meselesi. “Yorgan” bu kadar büyük olunca, “kavga” da büyük oluyor.
Sorunlar bunlar ise, çözüm de bunlarý deðiþtirmekten geçiyor. Yani, daha çoðulcu ve daha güvenli bir siyasi kültür... Ve daha sýnýrlý ve daha adem-i merkeziyetçi bir devlet...
Þöyle de denebilir: Kavganýn, “doðru taraf”ýn galip gelmesiyle bitmesi imkansýz. Bunu zorlayanlar, kavgayý derinleþtiriyor sadece. Kavga bitecekse, ancak “doðru ilke”de uzlaþýyla bitecek.