“NİSVAN”: Bu ülkenin kızları...

Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığının desteğiyle gündemimize girdi “NİSVAN”...  

Kadınlar demek. Bu kelimeyi, kurtuluş mücadelesi verdiğimiz Müdafa-i Hukuk Cemiyetlerinin hatırasıyla anımsayacaksınız belki. Osmanlı’nın son dönem kadın dergilerinden, derneklerinden. Nisa kelimesinin çoğulu...

Kadın tarihi üzerine zihin yoran her edebiyatçının yolu geçer bu atlastan. “Tarihe adını yazdıran kadınlar” gibi epey iddialı bir sloganla yapılmış bu belgesel filmde, 19 kadın var. Hepsi de bu ülkenin kızları... Hepimiz için birebir karşılıkları olmayabilir, ama “ulus”laşma sürecimizde ciddi rol aldıkları tartışılmaz.

Bu tür belgesellerin genel handikabı olan seçki zorluğunu çalışmada da hissedeceğiniz muhakkak... İlk beyin cerrahı, ilk savaş muhabiri, ilk tiyatrocu, ilkmilletvekili, ilk belediye başkanı, ilk rallici, ilk makinist gibi kadınlar dünyasının ilk’lerine atıf yapan bir çalışma. Hatalı bilgiler de var, düzeltilse iyi olur.

Latife Hanım niye yok, Halide Edip Hanım, Başbakan Tansu Çiller neredeler diye gelebilir aklınıza... Bu bir başlangıç, ayrıca seçki, adı üstünde yapımcısının seçtikleriyle şekillenir... “100 İstanbul Hanımefendisi” başlığında bir şehir tarihi çalışması yaparken benzeri sorunlara ben de maruz kalmıştım. Kadın tarihi dediğimiz şey, ister istemez politik bir mayın tarlasında yürür. Çünkü ülke tarihlerinin gayrı resmi siyasal arka planı, karakutusu gibidir kadınların anlatılmayan, öne çıkmayan/ çıkarılmayan öyküleri... Bunun bir adım ötesindeyse ontolojik tartışma durur, iş cennetteki yasaklı meyveyi keşfedip, yeryüzünün ilk dakikasına kadar gider... Anlayacağınız zordur, kadından bahsetmek, kadın-zaman-tarih üzerine düşünüp kalem oynatmak...

Zavallı Afife Jale... İsmi “A” ile başladığından sözlüye ilk kaldırılan kız öğrenciler arasında hep başı çekecek. “Nisvan”da da ilk sırada duruyor resmi. Tiyatro ve sansür dendiğinde o zorlu tarihin bahtsız isimlerinden. Ben ona, “Nisvan”da zikredilen tiyatro kariyeri üzerinden bakmıyorum sadece. Üstad Selahattin Pınar’ın, en kederli bestelerini mahzun gözlerine bakarak yazdığı eşini,  müptelası olduğu uyuşturucu bataklığından çekip alamayışı gibi hüzünlü bir aşk hikayesini de hatırlarım. Afife Jale -Selim İleri’nin itinalı kalemi dışında- seksenlerin sonundan doksanları bitirinceye kadar, bir Cumhuriyet idolü olarak, başörtülü kızlara yönelik pek çok kamusal arındırma projesinde rol model olarak sunuldu. Ne garip tecelli, sansürden çektiği halde sansürün imgesi yapıldı. Bugünden baktığımda, herhangi bir kompleks duymadan, daha çok içim sızlayarak bakıyorum Afife Jale’ye. “Nisvan”ın kadınlarından Cahide Sonku da hazin bir hayatı sürdü, çocukluğumda Bağlarbaşında içler acısı bir halde onunla karşılaşan komşu teyzelerin ağlamaklı halde fısıldaştıklarını hatırlıyorum mesela...

Politik görüşünüz ne olursa olsun, beğenin veya beğenmeyin, bu kadınlarla örülmüş bir zaman kipimiz var. Muhafazakar demokrat bir hükümet için aslen cesaret isteyen bu iş, Bakanlığın desteğiyle kotarılmış. Öte yandan çokça tartıştığımız muhafazakarlığın tanımına da yardımcı olan bir performans. Tarihe red ve inkar politikalarıyla bakmayacağını söyleyen bir siyaset tarzında,  cesur bir kolaja da hazır olmak gerekiyor... Kendisini destekleyen köylü kadınlar giyim kuşamları yüzünden Meclise sokulmayınca, “o halde ben de çıkıyorum, çünkü onlar asıllardır, bense vekilleriyim” diyen milletvekili Satı Kadın’a mesela. Veya Şule Yüksel’e, Merve Kavakçı’ya da “Nisvan”da yer açmaya kadar gider bu iş... Dursune Şirin ve Esmeray, Afrika kökenli sanatçılarımızdandı, şarkıcı Rojin, edebiyatçı Jaklin Çelik de, aynı “Nisvan”dan...

“Nisvan” deyince bu ülkenin kızlarına has cadde epey kalabalık anlayacağınız... Hazır mıyız sansürsüz bir kadın tarihine, devletin değil, sivillerin yazdığı sivil tarihlere...