Normalleşme

Önce, “siyasi tanımlamalarda” anlaşmamız gerekiyor. 29 Ekim Cumhuriyet Bayramı nedeniyle alevlenen tartışmada, taraflardan birinin üzerine yüklendiği “Cumhuriyet’i yıkma” sloganı, günümüz gerçekleri açısından ne ölçüde tutarlı?

Eğer...

Bu ülkede gerçek anlamda “Cumhuriyet’i yıkma” düşüncesine sahip bir siyasi akım varsa, “cumhuriyetin” yerine neyi koymayı düşünüyor?

Soruların yanıtı çok basit: Dünyanın bütün ülkelerinde “Cumhuriyet’i yıkma” fikrini taşıyan siyasi hareketlerin ana hedefi, o ülkede bir zamanlar hakim olmuş “hanedanı” işbaşına getirerek mutlak monarşi veya anayasal monarşiye dönüş yollarını aramaktır.

Yakınlardan örnek vermek gerekirse, Yunanistan’ın monarşiden arınma süreci hiç de kolay olmamıştır. Anadolu serüveninde yaşanılan ağır yenilgi sonrası 1924’te kurulan “İkinci Yunan Cumhuriyeti” deneyimi, 1935’te yapılan bir referandum ile sonlanmış, Yunan halkının yüzde 97.9’u, o sırada sürgünde bulunan Yunan Kralı 2’nci Yorgo’nun ülkeye dönüp işin başına geçmesine onay vermişti!.. Burada Yunanistan tarihini özetleyecek değilim, ama, bu ülkede monarşinin 1974 yılında, Türkiye’nin Kıbrıs müdahalesi sonrası kurulan “Üçüncü Yunan Cumhuriyeti” çerçevesinde tarihe karıştığını ve Yunan hanedanının günümüzde sürgün yaşamını sürdürdüğünü hatırlatayım.

Bir ülkede “cumhuriyetçiler” ile “monarşi yanlıları” arasındaki mücadelenin gerçek boyutlarını tam olarak kavramak isteyenlere komşunun 20’nci yüzyıl tarihini tavsiye ederim.

Oysa, bugün Türkiye’de “cumhuriyeti yıkıp, yerine Osmanlı hanedanını getirmeyi amaçlayan” bir siyasi parti hatta bir sivil toplum hareketi bile yok. O zaman “Cumhuriyet’i yıkmak” kavramı çevresinde biz, neyi tartışıyoruz?..

‘Oligarşik Cumhuriyet’in sonu

Kabul edelim: 1945-1991 yılları arasında dünyayı ideolojik olarak ikiye bölen SoğukSavaş yılları, cumhuriyetimizi yıprattı, bir vesayet rejimi şemsiyesi altında “oligarşik” olarak adlandırılabilecek yapıyla yaşamamıza neden oldu. Günün koşulları, “güvenlik endişesi” yüksek bir devleti, bu yapı da “özgürlüklerin güvenlikiçin kısıtlanması” kolaycılığını beraberinde getirdi.

Devlete hakim olan görüş, Türkiye’nin, bir NATO ülkesi olarak, Sovyetler Birliği ve müttefiklerinin büyük tehdidi altında olduğu, devletin korunması için gerekirse tüm özgürlüklerin rafa kaldırılabileceği yönündeydi. Bu görüş, bize üç askeri darbeyi, ülkenin düşünen beyinlerinin işkencehanelere taşınmasını, yargısız infazları, gencecik insanların idamlarını, muhafazakar yaşam tarzını seçmiş insanlar üzerinden derin komploları, hatta Kürtler’in ana dillerinin bile yasaklanmasına kadar varan pek çok uygulamayı getirdi.

Her “rejim” kendi “mutlu azınlığını” yaratır!.. Ankara’daki sivil-asker bürokrasinin İstanbul’daki güçlü iş çevreleri ve Washington’da “komünizme karşı yürütülen mücadele içinde her şey mübahtır” diyen odaklar ile kurduğu ilişkiler, karşımıza, siyasetçinin “medya patronlarının oyuncağı olduğu”, ülke kaynaklarının finans sektöründe yaratılan sistemle belirli ceplere aktarıldığı, halkın kaderine terk edildiği “oligarşik devleti” çıkardı.

‘Demokratik Cumhuriyet’ önemli

Tartıştığımız, Türkiye’ye, “Avrasya’nın merkezinde bir Latin Amerika ülkesi” görüntüsü veren bu yapıdır.

Güvenlik değil, özgürlük endişesini öne çıkartan, demokrasisini güçlendirmiş, yüzünü halka dönmüş bir devleti elbirliğiyle oluşturmak zorundayız.

Dikkat edin: Siyaseti değil, sistemi konuşuyoruz... 

Bu süreçte bütün partilerin görev alması, toplumsal uzlaşmanın en üst düzeyde sağlanması ve ülkenin arzu ettiği yaşam kalitesini yakalaması gerekiyor.

Bu ölçekte büyük dönüşüm hareketini günlük siyasetin tartışma malzemesi yapmak, ülkenin geleceğine dönük büyük bir tuzaktır. Hepimiz yüzümüzü döndük, Meclis’i izliyoruz. “Demokratik Anayasa” ne zaman tamamlanacak?

Asıl tartışmamız, titizlikle yanıtını takip etmemiz gereken soru bu...

Bu çerçevede, bu yıl, Çankaya Köşkü’nde yaşanılan “normalleşme” bir başlangıç noktasıdır. Keşke, sayın Kılıçdaroğlu da o tablodaki (CHP’nin olması gereken) yerini alsaydı.

Gördüğüm kadarıyla, kimse “Cumhuriyet’i yıkmak” istemiyor, yerine konulacak bir hanedan yok. O halde, devir, “Soğuk Savaş kalıntısı oligarşik yapılanmaları” el birliğiyle ortadan kaldırmak, yerine, Avrupa Birliği müttefiklerimiz düzeyinde bir demokrasi kurma devridir...

Yapacağımız bu, biz ise, sürekli yolu uzatıyoruz...