Kendimi bildim bileli hep politik ortamlar içinde yaþadým.
Babamýn, evimizden çýkmayan, akademisyen, subay, öðretmen vs. arkadaþlarýyla hiç eksik olmayan yabancý ziyâretçiler öncelikle siyâsetden bahsederlerdi.
Üniversitede politoloji ve devletler hukuku okudum.
Sonra gazeteci, radyocu ve televizyoncu oldum.
Aslý aranýrsa hiç biri öyle aman aman kendi seçimim deðildi; tesâdüfler epeyi rol oynadý diyebilirim. Ama þikâyetçi de deðilim.
Ýsteðim sinema yönetmeni olmakdý, ancak tv yönetmenliðine varabildim. Küçümsediðim için söylemiyorum, fakat hülyâlarýmý süsleyen meslek de deðildi televizyonculuk.
Netîceten bütün bu mâcerâlar sonucu okuduðum, izlediðim politik olaylarýn ne anlama geldiðini az çok deðerlendirebilecek bir mümârese elde etmiþ oldum. Müsbet kazancýn nedir deseler vereceðim cevab muhtemelen bu olur.
Öte yandan politikayý izlemek hoþuma gitmiyor da deðildi. Zaman zaman bayaðý eðlendiðimi söyleyebilirim. Hele gençlik yýllarýmda! Sonra o da tavsadý.
Zâten politikanýn, sorunlara çâre bulmanýn yanýsýra, hem bilgilendirici hem eðlendirici olmasý gerekdiði de söylenir. Hattâ bunun için “information” ve “entertainment” (eðlence) kelimeleri birleþtirilerek “infotainment” kavramý îcâd edilmiþdir. Yâni politikada hem bilgilendirme hem eðlendirme olacak. Yâhut politik gazetecilikde, ki bunu baþarýyla uygulayanlar var.
Tabii bizde bu kültürün pek de geliþkin olduðu söylenemez. Gerçi Tanzîmat’dan bu yana nüktedan politikacýlar hep gelmiþdir ama Cumhûriyet devrinde ben öyle ha dediyinnen Osman Bölükbaþý’dan baþka nüktedan politikacý yâhut kenarýndan köþesinden nüktedan bir politik üslûb hatýrlamýyorum.
“Aðýr ol da molla desinler!” ideolojisi maalesef siyâset alanýnda da matah bir halt addediliyor hâlâ...
Tabii “irâdeleri hâricinde” neþ’elendiren zevât hâriç.
Ýsimleri bizde mahfuz...”Yeteneksiz mollalar!”
Lâkin çorak bir fikir iklîminde yapýlan her nüktenin ciddîye alýnmasý ve yapanýn bâzen hattâ kellesine mâlolmasý ihtimâlini de gözardý edemeyiz.
Meselâ âile dostumuz Edebiyat Muallimi Hüseyin Çiftçi Bey’in bir Cumhûriyet Bayramý sabahý aðzýndan kaçýrdýðý üç kýsa kelimecik mûmâileyhin dört sene Siirt’e sürgün gitmesine sebebiyet vermiþdi. Ýþin trajikomik yaný o yýllar Siirt’de lise de bulunmamasýydý. Gençler pek bilmez, Türkiye’de her ilin hiç deðilse tek bir liseye sâhib olabilmesi saâdeti bu millete ancak 1960’larda nasîb olmuþdur. 40’larda 50’lerde hattâ ortaokulu dahî bulunmayan vilâyet merkezlerimiz vardý.
Hüseyin Bey’in canýna okuyan nükte ise þuydu:
O sabah okul bahçesi ve önündeki meydan pano ve dövizlerle donatýlmýþ; bez þeritlerden birinin üzerinde de “Cumhûriyet Fazîletdir!” yazýlý. Ancak ufak bir dizgi hatâsý sonucu “fazîlet”in ilk hecesi biraz ayrý yazýlmýþ; “Cumhûriyet Fa zîletdir!” þeklinde...
Hüseyin Bey bunu görünce yanýndakilere dönüp “Bu nota yanlýþ.” deyivermiþ.
Rahmetli cumhûriyet rejimini pek sevmezdi.
Þimdi buradaki nükteyi anlamadýysanýz anlayan birine sorun!
Bakalým “doðru” nota hangisi?
Notalarý biliyorsunuz, deðil mi?
“Do-mi-re-fa-mi-sol-fa-la-sol-si-la-do-si-re-dooo!”
“Do-la-si-sol-la-fa-sol-mi-fa-re-mi-do-re-si-dooo!”