Râbia kelimesine dâir tuhaf tuhaf îzah denemeleri okudum. Dördüncü demek; söyleyeyim de içimde kalmasýn! Vâhide, sâniye, sâlise, râbia...
-Cengiz Çandar’a, Mýsýr’daki katliâma “temizlik” dediði için öfkeyle saldýranlar var.
Böyle kanlý bir olaya nasýl temizlik dermiþ filan, daha doðrusu “filan” bile deðil de “felan”!
Cengiz bunu pek zâlim karakterli bir insan olduðu için söylemiyor; terim öyle.
Almancada “Säuberung” denilir, Fransýzcada “épuration” ve Ýngilizcede yanýlmýyorsam “purge” deniliyor. Hepsi temizlik kelimesinin mecâzî anlamda kullanýmý.
Ýliþmeyin Cengizimize!
-Ýlgi ve kazançla izlediðim meslekdaþým Þâhin Alpay ise þöyle yazmýþ:
“Yazýlarýma ara verdiðim geçen hafta Mýsýr (kanlý olaylara...) sahne oldu.”
E Kardeþim, sen ara verirsen olacaðý tabii budur! Vermeseydin! Yok bile bile verdiysen netîcelerine de katlan!
-Bir de AK Parti’nin Türkiye’yi yalnýzlaþtýrmasýndan derin endîþe duyanlar var.
Ýlle de haksýzdýrlar demiyorum ama benim bu konuda bâzý tereddüdlerim var:
18. ve 19. Yüzyýllar Ýngilteresi için kullanýlan bir tâbir vardýr: “Magnificent isolation”
yâni “Muhteþem yalnýzlýk” ama bunu “inzivâ” anlamýnda kullanmýyorlardý. Ýngiltere gerçi kimseyle fazla yakýnlaþmýyor, öyle andlaþmalar vs. imzâlamýyordu ama her türlü olayýn ve geliþmenin de yakýn izleyicisi ve müdâhalecisi, etkileyicisi idi.
Demek istediðim, müdâhil olmak için mutlakâ birileriyle iç içe olmak þart deðildir.
Türkiye’nin yalnýzlýðýndan þikâyet edenler ülkemizin hâlihazýrdaki dýþ politika “görünürlüðü” ile bundan sekiz on sene evvelkini mukaayese etseler acabâ hangi sonuca varýrlar?
-Buna baðlý olarak pek çok “aktör”le aramýzýn açýldýðý tesbîti de var.
Bundan kasýd, anlayabildiðim kadarýyla Sûriye, Mýsýr, Suûdî Arabistan ve muhtemelen Irak gibi Arab ülkeleri.
Bu devletlerle can ciðer kuzu sarmasý olmadýðýmýz bir gerçek. Öte yandan onlarla ne zaman can ciðer kuzu sarmasý olduðumuz suali de var.
Türkiye, Osmanlý Ýmparatorluðu’nun bu sâbýk eyâletleriyle alâkasýný maalesef onyýllar önce bizzat kopardý.
Bugün belki bilinmez ama meselâ Libya 24 Aralýk 1951’de Ýtalyan egemenliðinden kurtularak baðýmsýzlýðýna kavuþmadan önce, 1913’e kadar olduðu üzere tekrar Türkiye ile birleþmek için Ankara nezdinde temaslara giriþmiþ, ama o “hârikulâde sulhperver” politikamýz gereði (!) o zamanki Hükûmetimiz bunu reddetmiþdi.
Fransýz egemenliðindeki Sûriye ve Ýngiliz egemenliðindeki Irak da Ankara için “cýzzz” statüsündeydi.
Yâni bir zamanlar “gölgesinden korkulan” bir ülkenin, otuz yýl içinde “gölgesindenkorkan” bir ülkeye dönüþmesi hâdisesi her bakýmdan incelenmeye deðer.
Türkiye’nin dýþ politikasýyla ilgili hükümlere varmadan önce son yüzyýlýn geliþmelerini biraz daha dikkatle incelesek diyorum.
Ýncelesek de söyleyeceðimizi ondan sonra söylesek...
Türkiye’nin yalnýzlýðý meselesinde iþâret etmek istediðim bir husus daha var:
Ýçi itle kopukla dolu bir kompartmanda týkýþ týkýþ oturmaktansa koridora çýkýp ayakda seyahat etmek daha iyi deðil midir?
Hem öylece gerekirse inmek daha da kolay olur...
-Deðerli Meslekdaþým Eser Karakaþ “Baþbuð: Yargý Devlet oldu!” baþlýklý fevkalâde öðretici bir yazý yayýnladý. Bu yazýyý, hâlen okumamýþ okuyucularýma harâretle tavsiye ederim.
Bu vesîleyle, eðer ilgilenirlerse internetden, benim askerî vesâyet ve TSK’nýn neden muhârebe edemeyeceði konularýna iliþkin yazýlarýma da bir göz atabilirler. Topu topu bir düzine kadar bir þey...