Geçen hafta sonu Risale-i Nur Enstitüsü’nün organize ettiði 9. Risale-i Nur Kongresi’ne katýldým. Büyük alim, mütefekkir ve dava adamý Bediüzzaman Said Nursi’nin bugüne bakan teþhislerini bir kez daha öðrendim, hatýrladým, düþündüm.
Evvela, bu ve benzeri çalýþmalarý istikrarla, titizlikle, ihlasla sürdüren enstitüyü ve onu destekleyen Yeni Asya camiasýný tebrik etmek isterim. Þu günlerde Bediüzzaman’ý yeniden hatýrlayanlar, ona referans verenler çoðaldý. Bu, tabii ki, iyi bir geliþme benim gözümde. Ama bu hatýrlamalarda siyasi ihtiyaç ve seçicilik eðilimi aðýr basabiliyor bazen. Buna mukabil, daha tarafsýz ve siyaseten kaygýsýz Bediüzzaman okumalarý da lazým ki, ben her yeni Risale-i Nur kongresinde buluyorum bunu.
Peki ama Bediüzzaman niçin önemli?
Kuþkusuz, evvela, modern dünyanýn sekülerist felsefelerine karþý imaný ve Ýslam hakikatlerini ustaca savunduðu için. Ancak, bunun da ötesinde, çaðýmýzýn demokrasi, hürriyet, modern devlet gibi kavramlarýyla yüzleþtiði ve bunlara dair özgün bir yorum getirdiði için.
Nedir bu özgün yorum?
Ýslam’a hizmeti, devlet gücüyle deðil, sivil alanda yapmayý hedefleyen, devletten sadece “hürriyet” isteyen bir yaklaþým.
Örneðin þöyle diyor Bediüzzaman:
“Biz Nur talebeleri, kat’iyyen siyasetle iþtigal etmeyiz. Bizim yegâne emelimiz, memlekette din hürriyetinin hakiki surette temini, din ve din ehline... tazyikin tamamen bertaraf olmasýdýr.” (Tarihçe-i Hayat, s. 553)
Bu, dikkat ederseniz, devlet gücünü ele geçirmek ve sonra da onu din hayrýna kullanmak isteyen “siyasal Ýslamcýlýk” yaklaþýmdan farklý. Ayný sonuca daha örtülü bir yolla varmayý ifade eden “bürokratik Ýslamcýlýk”tan da farklý...
Peki nedir bu farkýn sebebi? Bediüzzaman, ceberrut Tek Parti rejiminin aðýr saldýrýsý karþýsýnda mecburen sivil alana çekilmiþ, popüler tabirle “takiyye” yapmýþ olabilir mi?
Bence hayýr. Çünkü Risale-i Nur külliyatýna baktýðýmýzda, Bediüzzaman’ýn devlet gücünden konjonktürel deðil ilkesel sebeplerle istiðna ettiðini görüyoruz.
Üstad’ýn farklý risalelerinde kullandýðý “topuz” ve “nur” sembolizminde görüyoruz bunu örneðin. Bu konuyu yazýlarýnda çok iyi analiz eden Prof. Ahmet Battal’ýn ifadesiyle, “topuz”, “devlet eliyle ve resmî ve cebrî yolla” yapýlan din hizmeti anlamýna geliyor. “Nur” ise, sivil hareketlerle hizmet etmek demek.
Peki bunlarýn her ikisi bir arada olsa fena mý olur?
Bediüzzaman’a göre fena olur ve oluyor. Çünkü “topuz”un din adýna ele alýnmasý, din konusunda “mütehayyir” (þaþkýn) olanlarý büsbütün itiyor:
“O biçare ve mütehayyir olan [ekseriyete] karþý hakkýyla nur gösterilmiyor. Gösterilse de, bir elinde hem sopa, hem nur olduðu için, emniyetsiz oluyor. Mütehayyir adam, ‘Acaba nurla beni celb edip topuzla dövmek mi istiyor?’ diye telâþ eder. Hem de bazan arýzalarla topuz kýrýldýðý vakit, nur dahi uçar veya söner.” (Mektubat, s. 52-53)
Ýþte bu nedenle, Bediüzzaman, “siyaset topuzunu atarak iki elim ile nura sarýldým” diyor, öyle yapmayý tavsiye ediyor.
Peki bunlardan bugüne bir siyasi perspektif, bir ders çýkýyor mu?
Bence, evet, þöyle bir þey çýkýyor:
“Topuz”u elde bulunduranlar, bundan dine gelecek en doðru hizmetin “din hürriyetinin hakiki surette temini” olduðunu görmeli, daha fazlasýna giriþmemeli.
Ýman hizmetine talip olanlar ise, iki elleriyle sadece ona sarýlmalý, “topuz” sevdasýndan vazgeçmeli.
Frenkmeþrep biri, buna, “tamam, bizim Kopenhag Kriterleri’ndeki gibi yani” diyebilir. Çok da haksýz olmaz.
Ben ise “Bediüzzaman kriterleri” diyor ve tüm müteddeyyin zihinlerin dikkatine sunuyorum.