Nursuz!

Dahlan adlý þerefsizin televizyon kanalýna çýkmýþ, sümüðünü çeke çeke konuþuyor. “Batý’nýn hizmetindeyiz” diyor, “NATO Türkiye’ye müdahale etsin” diyor, “Erdoðan derhal devrilmelidir” diyor. 

Nursuz suratýna bakýyorum. Sonsuz bir iðrenti... Tiksinti... Ayný anda bir görüntü düþüyor ekrana: Alçaktan uçan jetler. Bombalanan binalar. Tank mermisinin parçaladýðý sineler.

Bizim kuaför Kemal’e sormuþtum: “O gece tepemizde uçan uçaklar kimindi?”

Cevap verecekken durmuþ, epey bir zaman þaþkýnlýkla bakmýþtý.

Muhtemelen, “Bizim uçaklarýmýz” diyecekti. “Bizim” demeye dili varmadýðý için susmuþtu. Böyle bir hareketi “bizimkilerden” beklemediði için susmuþtu. Sonra da, yeni fark etmiþ gibi, “Vay þerefsizler” demiþti.

Kaç yýl önceydi?

Ergenekon ve Balyoz’un “bereketiyle” (!) palazlanmýþ ekipten biri, bir gün bir teklifle geldi: “Amerika’ya gidiyoruz. Eþlik eder misin?”

Edemezdim.

Bir iþimi bahane edip kaytardým.

Baþýma gelecekleri biliyordum. Hayrettin Karaman hocayla katýldýðýmýz Fas gezisi (2004 yahut 2005 olmalý), tatsýz bir emrivakiyle karþý karþýya býrakmýþtý bizi. Hoþlanmamýþtým. O geziye katýlan arkadaþlarýn neredeyse tümü (Niyazi Öktem, Ümit Kardaþ, Hayrettin Karaman, vs) gidip gördüðümüz, gezdiðimiz, hoþça vakit geçirdiðimiz yerleri yazdýlar, Türk okullarýna övgüler düzdüler, 

Ben yazmadým. Yazamadým.

Ýçimden gelmedi.

Borcumu bu þekilde ödemek aðýrýma gitti.

Belki de tembellik ettim.

Rezil 17-25 Aralýk giriþiminden sonra deðerli Hayretin Karaman hocaya uyguladýklarý aþaðýlýk muameleyi görünce, “Ýyi ki tembellik etmiþim” dedim. Hatta kendimi alacaklý hissettim. Bizim sýrtýmýzdan meþruiyet devþiriyorlardý ve insanlarý “borçlandýrarak” kullanýyorlardý. Mafyanýn senet imzalatmasý gibi bir þey...

Ýlk Amerika davetini “püskürtmüþtüm” ama bir yýl sonra ikincisine yakalandým.

Bir grup müteþebbis bir Amerika gezisi düzenlemiþ... Batý’ya da gidilecekmiþ, Los Angeles’a filan... Aramýzda tanýdýðýmýz ve sevdiðimiz gazeteciler, birtakým deðerli profesörler de olacakmýþ. Ben de katýlabilir miymiþim?

Bu teklifin üzerine balýklama atlayacaðýmý düþünen þahýs isteksizliðimi görünce, sona sakladýðý promosyon kalemlerinin en sürpriz parçasýný açýkladý: “Benden duymuþ olma ama Pensilvanya’ya da gidilecek. Hoca efendi ziyaret edilecek.”

Meðer, hoca efendilerinin de sona sakladýðý bir sürprizi varmýþ.

Bunu o zaman bilemezdik.

Bir “onur”dan vazgeçip, CIA adýna darbe düzenleyen eli kanlý bir teröriste dönüþeceðini, ülkesini satacaðýný, masum insanlarýn kanýna gireceðini, jetlerini tepemizde uçuracaðýný, koskoca memleketi travmaya sokacaðýný o günkü þeraitte (o “reklam kuþaðý” þartlarý içinde) kestiremezdik.

Bu promosyonun üzerine de balýklama atlamadým. Ýsteksizliðimi bildirdim. Teklif, “sistematik ýsrar”a dönüþünce (sakýz gibi de yapýþýrlar), saðlýk durumumun uygun olmadýðýný söyledim, ayaküstü bir hastalýk uydurdum.

Bazýlarý gidip gördü, elini sýktý, sohbet etti, hediye filan aldý. Kimseyi suçlamýyorum...

Ben gitmedim.

Bir þekilde “kurtardým...”

Bunu, “rikkat”ime þapka çýkarýlsýn diye yazmýyorum. Kendime ayrýcalýklý bir konum da biçmiyorum. Gidememiþ yahut gitmemiþ olmama ulvi anlamlar da yüklemiyorum.

Rabbim beni bir þeyden korudu diye düþünüyorum. Bunun nasýl bir “þey” olduðunu bilmiyorum. Bunu dile getirecek kelimelere sahip deðilim. Ama iyi bir þey olduðunu biliyorum.

Rabbim belki de, Mustafa Cambaz’ýn, Halil Kantarcý’nýn, Erol ve Abdullah Olçok’un yüzlerine bakabileyim, bakarken kendimden iðrenmeyeyim diye kalbime bir “isteksizlik” soktu.

Rabbimize ne kadar hamd etsek azdýr.