O artık bir ölüdür terörist değil...

BDP milletvekili Sırrı Süreyya Önder, bir vakitler, terörist ailesine taziyede bulunmakla suçlanmış, ağır hakaretlere maruz kalmıştı.

Konu, sürekli konukları arasında bulunduğumuz bir televizyon programında gündeme geldi.

Benim fikrim şuydu:

Bir ölüydü söz konusu olan... İster terörist, ister gerilla, isterse özgürlük savaşçısı sayılsın, değil mi ki her fani gibi “kaçınılmaz akıbete” uğramıştı, o bir ölüydü artık.

Kimlikler, aidiyetler, etiketler, sıfatlar tek gerçek olan “ölüm” karşısında önemini yitiriyordu ve bir başka “hesap” giriyordu devreye. Kendimizi o hesabın mümessili yerine koymak hem ayıp, hem yakışıksız, hem de vicdansızlıktı... O ölünün bir anası, bir babası ve mebzul miktar yakını vardı. Dolayısıyla, Sırrı Süreyya Önder bir “ölü” için taziyede bulunmuştu, insani vecibesini yerine getirmişti.

Buydu...

Sırrı Süreyya Önder telefonla yayına bağlandı (yolda olduğu için programı izleyemiyormuş, birilerinin “televizyonda seni asıyorlar” ihbarı üzerine aramış) ve ağzına geleni söyledi...

Stüdyodaki gürültüden duyamamışım, sonradan internetten izledim, “imansızlar” filan demiş...

Benim, hem Sırrı’yı susturma, daha doğrusu duyduklarının gerçek olmadığını anlatma çabalarım boşa gitti, hem de ortaya nahoş bir görüntü çıktı.

Derken, bir internet sitesi devreye girdi.

Sırrı’nın içinde “imansızlar” geçen cümlesini alarak, birtakım seri haberler yaptı. Bir hafta boyunca türlü hakaretlere maruz kaldım. Konunun detayını daha önce yazmıştım; ne korkaklığım kaldı, ne PKK’lılığım, ne bölücülüğüm, ne vatan hainliğim...

İlgili sitenin yöneticilerini aradım.

Durumun yansıttıkları gibi olmadığını, “imansızlar” ifadesinin hemen arkasından Sırrı Süreyya Önder’in “kusura bakmayın, yanlış anlamışım” dediğini, kaldı ki ortada iddia ettikleri gibi bir “Sırrı Süreyya Önder-Ahmet Kekeç kapışması” bulunmadığını anlattım ve haberlerini düzeltme yoluna gitmelerini, hiç değilse hakkımdaki küfürlere mani olmalarını söyledim.

Hiçbir şey değişmedi.

Mezkûr yöneticilerin patronunu aradım. Hem de iki kez...

Durumu anlattım. Hak verdi. Ama yine bir şey değişmedi.

İlgili siteyle bağlantılı sair kişileri aradım. Durumu izah ettim. Yine bir şey değişmedi.

Derken, ertesi hafta, Sırrı Süreyya Önder tekrar canlı yayına bağlandı ve adlı adınca “Ahmet Kekeç’ten özür diliyorum. Bağışlarsa, bağışlar... Bağışlamazsa, boynumu büker giderim” dedi ve o internet sitesinin iddia ettiği gibi, ortada bir “Sırrı Süreyya Önder-Ahmet Kekeç kapışması” bulunmadığını birinci ağızdan teyit etti.

Ne mi oldu?

Hiç.

Hakkaniyet şunu gerektirirdi oysa:

Madem bir hafta boyunca Ahmet Kekeç’i asan ve PKK’lı ilan eden haberlere yer veriyorsun (iki adet köşe yazısı, beş adet haber, bir adet de görüntülü haber yaptılar), iki cümlecik de olsa yol açtığın “mağduriyetten” söz et...

Madem Ahmet Kekeç’i kötü durumda gösteren dokuz dakikalık video görüntüsüne yer veriyorsun ve altına onlarca okur tepkisi (daha doğrusu okur küfrü) döşeniyorsun, on saniyecik de olsa “özür görüntüsü” yayınla...

Hiçbir şey değişmedi ve arkadaşlar hiçbir şey olmamış gibi yollarına devam ediyorlar.

Küfürler orada duruyor.

Meraklısı, ilgili sitenin arşivine girip bakabilir.

Hayır, geçmiş bir hesabı görmek, sitem etmek, hele de kırgınlığımı dile getirmek için yazmadım bu satırları...

“Kırgınım”, orası ayrı...

Kemal Kılıçdaroğlu tarafından haşlanan Hüseyin Aygün’den söz edecektim, laf buralara geldi.

Burada da kalsın...