O bombaları sizin patlattığınızı zaten biliyorduk!

Gitti diye sevinmeyin... Daha kötüsü gelecektir...

Eric Edelman “Daha kötüsü nasıl olabilir”dedirten bir Büyükelçiydi ve resmen ilan edilmemiş “persona non grata” kararıyla geri çekildi.

Daha kötüsü geldi... “Bir imparatorluğun çöküşünü izlemeye hazır olun” diyen ve Fetullahçılarla yakınlığını gizlemeyen bir Büyükelçi...

O gitti, John Bass geldi.

Bu hafta sonunda defolup gidecek John Bass, ilk zamanlar, banka memuru mahcubiyeti kokan sinik tavırları ve alçak gönüllülüğüyle, “Bu defaki daha dengeli birine benziyor” dedirtiyordu ama öncekilerden daha dengesiz, daha sinsi, daha terbiyesiz, hatta daha “cüretkâr” çıktı.

Belki de “daha aptal” dememiz gerekiyor.

Öfkeyle cüretkârlık yan yana geldiğinde “halet” bozuluyor... Bozuk halet de galiba aptallaştırıyor ve sözlerinizin nereye gideceğini, nasıl yorumlanacağını bilemiyorsunuz.

John Bass örneğinde olduğu gibi.

Bakın, yol açtığı krizin üzerine bir de tüy diken Bass giderayak hangi itiraflarda bulunuyor: “Türkiye, son 9 buçuk aydır kayda değer bir DEAŞ saldırısı yaşamadı. Bu, DEAŞ'in Türkiye'de saldırı düzenlemekten vazgeçmesinden kaynaklanmıyor. 2 yıl önceki, dün yıldönümü olan Ankara'daki trajik saldırıyı (Gar saldırısını ima ediyor)hatırlıyoruz. DEAŞ’ın son dönemde bu ölçüde bir saldırı gerçekleştirememesi, hükümetlerimizin bu konuda yakın yoğun işbirliğinden kaynaklanıyor.”

Bu sözleri sadece itiraf olarak yorumlamamalı.

Düpedüz tehdit ediyor...

Demek ki, hükümetler arasındaki işbirliği zayıfladığında ya da bozulduğunda, bu durum bize “terör” ve “bomba” olarak dönecek!

Böyle mi anlamalıyız?

Böyle anlıyoruz... Çünkü durum, tastamam Büyükelçi’nin ima ettiği gibi...

Bu “ima”yla bize anlatılmak istenenleri Michael Rubin adlı Fetullah Gülen beslemesi şaklaban ve CIA’nin Türkiye uzmanı Henri Barkey açıkça ifade ediyorlar.

Rubin, sürekli suikast göndermesi yapıyor.

Barkey de, “İstiklal Caddesi’nde patlayabilecek bombaları” müjdeliyor.

İkisi de Türkçe biliyor, ikisi de Türkiye’yi yakından izliyor.

İki gizli servis elemanı...

İlki Pentagon’a, ikincisi de CIA’ye çalışıyor.

İlki, polis korkusuyla buralara pek sokulamıyor ama ikincisinin Türkiye’de mebzul miktar dostu var; sık sık bu dostlarla bir araya geliyor, “durum değerlendirmeleri” yapıyor...

15 Temmuz’da buralardaydı mesela... Darbe başladığında, Büyükada’da, bir otelde, dostlarıyla oturmuş, “durum değerlendirmesi” yapıyordu.

Konukluğu 17 Temmuz’da sona erecekti; çünkü sempozyum, toplantı, durum değerlendirmesi, her neyse, 17 Temmuz günü bitiyordu. Resmen böyle ilan edilmişti. Ama Barkey dostumuz “ilan edilmiş” tarihe sadık kalmadı, darbenin başarısızlığa uğradığını görünce (çünkü bir görevi de darbeyi izlemekti) bulduğu ilk uçakla Türkiye’yi terk etti.

Uzattığımın farkındayım.

Şunu demek istiyorum: Bundan sonra Türkiye’de patlayacak bombaların sorumlusu bu adamlar (bu adamların temsil ettiği örgüt) olacaktır.

Tıpkı, bundan öncekilerde olduğu gibi...

HAMİŞ

CHP’nin konsolosluktan dönme milletvekili birkaç gündür ortalığı yıkıyor: “Ben, ‘sadece AK Partililer cezalandırılsın’ demedim... Bana iftira atılıyor!”

Baktım. Öyle dememiş.

Şöyle demiş: “Bütün Türkler cezalandırılıyor!”

Konsolos Efendi eski bir diplomat olduğu için, “diplomatik dili” herkesten, hepimizden iyi bilir. Diplomatik dilde, “Bütün Türkler cezalandırılıyor!” ne anlama geliyor, onu açıklasın!

Hangi Türkler cezalandırılmalı, Türklerin hangi kesimi vize kararından muaf tutulmalı?

Bari bunu deyiversin!