O kız çocuğunun günahı neydi?

Hatice Daşlı, cesedi Batman Çayı’nın kıyısına vurduğu için girdi hayatımıza. Adını, acısını, kısacık hayatını böyle öğrendik.

15 yaşındaydı. 14’ünde ailesi tarafından zorla evlendirilmiş, daha fazla dayanamayınca geri dönmüş fakat bu sefer de iki kuzeninin tecavüzüne uğramıştı.

Hamile kaldığı öğrenilince “aile mahkemesi”nde sorgulanır Hatice. Dedesi öldürülmesi kararını verir, amcaları uygular...

Cenazeye ailesinden kimse gelmez, “kadın”ın derdinden anlayan birkaç vicdanlı kadın sadece.

Siyah bir ceset torbası içinde, beyaz bir kefenin bile çok görüldüğü, karnında dört aylık bebeğiyle bir çocuk gömülür mezara.

Üzeri iş makinesinin attığı toprakla örtülür...

Vicdan sahibi erkekler nerede?

Ancak öldükten, öldürüldükten sonra -artık hayatta olmayan varlığından haberdar olduğumuz ne çok kadın var böyle. Ve o kadınların ardından yine sadece kadınlar ağlıyor, kadınlar yazıyor, tartışıyor, bir başkasına olmasın diye kadınlar çabalıyor.

Neden?

Vicdanlı, adalet duygusu yahut ahiret korkusu olan, başka meselelerde hemen ses veren erkekler neredesiniz? Kadınların hayatlarını, bedenlerini, namuslarını kendi mülkleri zanneden erkeklere ve bu erkekler gibi düşünen kadınlara karşı, bu yanlış, bu hastalıklı, bu ölümcül zihniyete karşı neden kadınları yalnız bırakıyor, uzaktan bakıyorsunuz?

Bunun aslında bir “erkek sorunu” olduğunu görmüyor olamazsınız. Karısını, kızını, torununu, yeğenini... yani sevdiği bir kadını öldüren ve öldürmeye çok yakın olan potansiyel katillerin sağaltılması için, bu zihniyetin tümden değişmesi için sizin de almanız gereken sorumluluklar var, kaçamazsınız.  

Artık 2013’ün boynuna

Zor ve sıkıntılı bir yılı geride bıraktık ama pek çok mesele de yeni yıla kaldı. Ben bir devredenler listesi çıkardım. İşte o liste:

ULUDERE’de yaraların enfeksiyon kapmaması, ahlaken ve siyaseten hepimizin ama öncelikle siyasi iktidarın boynunun borcu. Yoksa hafazanallah, devletten inkar ve asimilasyon politikasını, bölgeden OHAL uygulamasını kaldıran, attığı demokratikleşme adımları, yaptığı ekonomik yatırımlarla ülkeye nefes aldıran AK Parti hükümetinin hiç istemediği olacak. 80’lerde Diyarbakır cezaevinin, 90’larda JİTEM ve köy yakmaların Kürt meselesine etkisi neyse, bu elim vaka da 2010’larda benzer bir etki yaratacak. Ki suistimal etmek için fırsat kollayanların Uludere üzerinde iki yönlü inanılmaz bir tazyiki var. Bunca şeye rağmen, çocuklarını kaybeden aileler acılarını çok güzel taşıyor. Lakin o yükü hafifletmek de şart.

PKK 2012’de istediğini alamadı, ne bir karış toprak, ne bir bez bayrak, ne bir Kürt Baharı, ne açlıktan beslenme iştahı. Kürtleri ve Kürt meselesini mülkleştirme planı da kadük kaldı. Başbakan’ın ağzından bir kez daha duyduk, PKK’ya silah bıraktırmak şartıyla İmralı ile görüşmeler sürüyor. Ama operasyonlar da sürüyor. Yani yukarıdan “silah bırakın” kararı gelmesini bekleyen ama dağda zorla tutulan, pişman olan terör örgütü mensupları için ölüm hiç beklenmeyen değil. Çocuk yaşta olanların az olmadıklarını da biliyoruz. Acaba onların, ölmeden ve kimseyi öldürmeden hayata dönmesini sağlamanın yan yolları artırılamaz mı?  

SURİYE’ye çok yazık oluyor, Esed’in gidişi geciktikçe ölümler artıyor. Muhtemelen Esed sonrası da kolay olmayacak ama kanın durması, taşların yerini bulması için bu gidiş, gerek şart. O vakte kadar Türkiye misafir ettiği Suriyeliler’e en iyi şekilde bakmayı sürdürmeli, of bile dememeli.

YENİ ANAYASA, bu Meclis’in yeni Türkiye’ye borcu. 11 Haziran seçimlerine anayasa vaadiyle gidip temsil yetkisi alan partiler, 2012 sonuna dek anayasa yazımını bitirmeliydiler, olmadı. Şimdi nazlanmadan, ayak sürümeden, darbe ruhundan tırsmadan ve dokunulmaz denilen maddelere dokunmaktan korkmadan süreci tamamlamalı.

Enseyi karartmayalım, daha, güzel günler göreceğiz. Mutlu yıllar...