O yıldız doğdu

2002 seçimi öncesinde, İstanbul’dan bir grup gazeteci (Mustafa Karaalioğlu, Mehmet Ocaktan, Mehmet Şeker, Ahmet Kekeç, Burhan Filiz) bir minibüse doluşup, Marmara bölgesine “nabız yoklama” turuna çıktık.

 

Dört gün sürecek gezimizin ilk durağı Yalova’ydı.

Kahvelerde, parklarda oturduk.

Vatandaşla söyleştik.

Siyasi eğilimleri tespit etmeye çalıştık.

Hemen herkes, yeni kurulmuş AK Parti’nin sürpriz bir biçimde bu seçimden galip çıkacağını söylüyordu.

Siyasilerin fikrini de merak ediyorduk.

O günlerde (seçim çalışmaları çerçevesinde) Yalova’yı mesken tutmuş eski bakanlardan Yaşar Okuyan’a gittik. Yaşar Bey, adamları aracılığıyla biraz beklememizi rica etti. Biraz değil, epey bekledik. Sonra bizi kabul edemeyeceğini bildirdi.

Kabalık, nezaketsizlik, görgüsüzlük...

Ne sayarsınız sayın.

Yaşar Bey herhalde istiskal etmenin hazzını yaşamak istedi ve yaşadı.

CHP’nin adayı ise Muharrem İnce’ydi.

Muharrem Bey’le de temas kurmak istedik ama başaramadık.

O sırada Yalova’nın köylerini dolaşıyormuş.

Vatandaştan bilgi aldık.

Hemşerileri (ve tabii seçmenleri) iki türlü yaklaşıyorlardı Muharrem İnce’ye... Ya çok seviyorlardı, ya nefret ediyorlardı.

Mesela, CHP’ye oy verdiğini söyleyen biri, Muharrem Bey’in geçmişi ve müktesebatı hakkında çok kötü, çok şaşırtıcı şeyler anlatmıştı. Bu seçimde karşıt partiye oy vereceğini söyleyen biri de, bilakis Muharrem Bey’in iyi bir adam olduğunu, “dindar kimliğiyle” tanındığını, asla CHP’ye yakışmadığını söylemişti.

Edindiğim izlenim şuydu:

Muharrem İnce farklı bir siyasetçi olacaktı.

Farklı ve spekülatif...

Hangi konularda fark yarattığını ilerleyen vadede gördük. Hırçın, kabına sığmaz, öfkeli, yerine göre “ezber bozucu”, yerine göre “klişelerin adamı”, yerine göre her an gemileri yakmaya hazır bir müptedi portresi çizdi ama asla aranan, eksikliği hissedilen, “o olmazsa olmaz” dedirten bir siyasetçi olamadı.

İçi boş atıp tutmalarını saymazsanız, Muharrem İnce bir şey değildir.

Kabalığını, dobralıkla kamufle ediyor.

Bilgisizliğini öfkeyle gizliyor.

Dahası, mükemmel bir “haksızlığa uğramış adam” görüntüsü çiziyor.

Tercihleri konusunda da oldukça kafa karıştırıcı...

Esasında neyi savunuyor?

Çok seçik değil.

Bir dönem, amansız bir Baykal’cı görüntüsü veriyordu.

Bir bakıma, Baykal’ın statükodan milim taviz vermeyen görüşlerinin hayranıydı... Kaset skandalından sonra, birden “yenilikçiler”in arasında gördük onu. Kılıçdaroğlu’nun has adamlarından biri oluverdi.

Hayır, “Baykal’ı terketti, kendisini emin ve korunaklı alanlara attı” demek istemiyorum.

Neden Baykal’cıydı?

Neden Baykal’ın yokluğundan doğan “yenilikçi” fikriyatın mümessillerinden biri oldu?

Bunu çözmeye çalışıyorum.

Kılıçdaroğlu tipi “yenilikçilik” Silivri kapısından dönünce, Muharrem İnce’yi, bütün yenilikçi fikirlerinden kurtulmuş olarak Ergenekon ve Balyoz sanıklarıyla “yakın dayanışma” içinde gördük. Ve çok mutlu olduk.

Bir Hürriyet gazetesi yazarı, “bir yıldızın doğuşunu” müjdelediği yazısında, Muharrem İnce’nin nasıl farklı, nasıl enerjik, nasıl kahredici bir siyasetçi olduğunu anlatıyordu ballandıra ballandıra ve “aynı zamanda İmam Hatipli, aynı zamanda Cuma namazlarını kaçırmayan bu isme dikkat!” diyordu.

Demek ki, Muharrem İnce eşittir muhalefet enerjisiydi...

Ben de şunu merak ediyorum:

Bu nasıl muhalefet enerjisidir ki, “Silivri” diyor, başka da bir şey demiyor.

Her şey Doğu Perinçek mi?

Her şey Veli Küçük, Kemal Kerinçsiz, Muzaffer Tekin, Çetin Doğan, Mehmet Haberal, Alpaslan Aslan mı?

Memleketin başka meselesi yok mu?

Hatırlarsanız, bu farklı ve enerjik siyasetçinin bir de “seçim vaadi” vardı:

İktidara geldiklerinde “Yüce Divan’a otobüs seferleri düzenleyeceklerini” söylüyordu.

Bugün de, Ergenekon davasına bakan hâkimleri tehdit ediyor.

Bir tek şey söylemek istiyorum:

Allah bu milleti Muharrem Bey’in “muhalefet enerjisinden” korusun.

Ve Allah bu kafaya fırsat vermesin.