O ‘zavallı mülteciler’ tarih yazıyor

Gençlere, günümüz dünyasına damgasını vuran yakın tarih gelişmelerini sistemli bir şekilde aktarabiliyor muyuz, hayır. 

1990 sonrasında doğmuş ve bugün 20’li yaşlarını süren kuşak açısından Soğuk Savaş yılları, Çanakkale Savaşı kadar eski bir dönemi içeriyor, oysa, kuşak olarak, o dönemin özellikle yıkılışı sonrası yaşanılan siyasal travmaların içinden geçiyorlar.

Evet, Soğuk Savaş’ın (1947-1991) fiili bitiş tarihi, Berlin Duvarı’nın 9 Kasım 1989’da yıkılması olarak kabul edilir.

13 Ağustos 1961’de bir duvarla birbirinden koparılan kentin doğusunda yaşayan halk, kitlesel gösteriyle o duvarı kırmış, siyasetçilerin ve devletlerin hareketsiz kaldığı bir anda sokaktaki insanlar tarihin yeniden yazılmasının yolunu açmışlardır.

Ama, Soğuk Savaş’ı asıl bitiren gelişme, Duvar’ın yıkılmasından yalnız bir ay sonra, Çekoslovakya (bugün Çek Cumhuriyeti ve Slovakya olarak ayrıdırlar) halkının ülkenin Almanya ve Avusturya sınırlarına kitlesel olarak yüklenmesi ve sınırlardaki “bölünmüş Avrupa’nın simgesi” olarak kabul edilen dikenli tellerin yok edilmesidir. Aslında yaptıkları, aynı yıl, yaklaşık altı ay önce Macar gençlerin, yine Avusturya sınırına yüklenip, iki ülke arasındaki dikenli telleri ortadan kaldırmasının tekrarıydı. Macarlar, Berlin Duvarı’nın yıkılmasından önce, Avrupa’daki dikenli telleri yıkan bir millet olarak kendilerini gösterdiler.

Bu nedenle... 2015 yılında artan mülteci akımı nedeniyle Sırbistan sınırlarına yeniden dikenli tel döşemeleri, aslında, “sınırsız/dikenli telsiz Avrupa” hayalinin de sonudur!..

Aslında, bu sonu, Avrupalılar kendileri hazırladılar...

Sömürgeci geleneğin yıkıldığı an

Akdeniz ve Ege Denizi üzerinden ölümcül riskleri alarak Avrupa kıtasına akan o “zavallı, pis kokan, asalak, hırsız, kalitesiz, eğitimsiz” (bu tanımlamalar Avrupa medyasındandır) insanlar, farkında olmadan tarih yazıyorlar.

Tıpkı, 1989’da Soğuk Savaşı kendi iradesiyle sonlandıran kitleler gibi, çaresizlik içinde yöneldikleri Avrupa’yı değiştiren, özellikle Kıta’ya hakim“sömürgeci geleneği” yıkan kararlı davranış sergiliyorlar.

Uzak diyarlardaki savaşları TV haberlerinden izleyen, o savaşlarda öldürülen yüzbinlerce masum sivil için parmağını oynatmayan, bencil ve kibirli bir dünyayı zemininden sarsıyorlar.

Bu yıl Avrupa’ya yaklaşık 1 milyon mülteci gelecek. Bu insanlar, düne kadar yaşadıkları topraklarını bir serüven için terk etmediler, savaş ve açlıktan kaçıyorlar. Onların kendi topraklarında köle yapılmasına, öldürülmelerine, tecavüz edilmelerine göz yumanların kapısını çalıyorlar.

Mülteci akınının olduğu her sınıra gerilen dikenli teller, Avrupa’nın sonunu hazırlıyor. Avrupa’nın Akdeniz sahillerine vuran çocuk cesetleri karşısındaki sessizlik, o masum yavruların cesetlerinin  karaya vurmuş balinalar kadar yürek tellerine etki yapmaması, “ortak Avrupa felsefe ve ideallerinin” yalnız sınırlarda değil, beyinlerde de bittiğini, yerini “küresel kapitalizmin yarattığı vahşetin bencil robotlarının” aldığını işaret ediyor.

Milletçe gurur duymalıyız

Ortadaki tablo bellidir. Ortadoğu ve Kuzey Afrika’da yaşanılan kanlı senaryonun yazarları, o senaryoda çoktan ölmesi gereken insanları kapılarının önünde bulmuşlardır!.. Avrupa’dan yansıyan panik ve dehşet görüntüleri, dört yılda 2.5 milyon insanı topraklarında ağırlayan Türkiye’nin ne kadar ağır bir işin altından kalktığını, millet olarak da gelecek nesillere bir gurur tablosu bıraktığımızı göstermektedir.

Esasen, aradaki fark, tarihlerinin bir noktasında sömürgecilik ve kölecilik olan emperyal uluslar ile tarihinde Fatih Sultan Mehmet’in “ilk insan hakları bildirgesi” olarak anılan 1463 tarihli “Bosna Fermanı” olan bir ulusun farkıdır.

O uluslar, tam dört yıl boyunca kendi kabuklarına çekilip, bizi, tarihi bir sınavla baş başa bıraktılar. Yetinmediler, başımıza sardırmadıkları terör örgütü de kalmadı.

“İlahi adaletin” bütün bu yaptıklarına cevabı Macaristan-Sırbistan sınırındaki o dikenli teldir, artık hayatlarının geri kalanını içinde geçirecekleri cezaevlerini kendi elleriyle yapıyorlar...

Dışarıdan bakıldığında aksi ve bencil yaşlıların barındığı bir huzurevi görünümündeydiler, şimdi, dikenli tellerle korunmuş bir cezaevinin gönüllü mahkumları oluyorlar. Dünyada üretilen servetin yüzde 46’sını, nüfusun yüzde 1’inin banka hesaplarına yığan bu berbat ve adaletsiz sistemi kurarken bunu düşünecektiniz.

Bunu, arandınız...