Obama’nın bir kalbi var: 300 gram ağırlığında!

Sahi, Obama’nın bir kalbi var mı?

Sahi 67 yaşındaki Norveçli cerrah Gilbert’in, kendisine “Senin bir kalbin var mı?” sorusunu yönelttiği ‘Middle East Monitör’de yayınlanan çağrı-mektubunu okuduğunda ne düşünmüştür?

Algılayabilmiş midir?

“Heart!”, “heart!” endişesiyle elini sol göğsünün üzerine koyarak üç yüz gramlık büyüklüğündeki et kütlesinden emin olarak “Heart?”, “What?” şaşkınlığından sonra ‘güm, güm, güm güme de güm’ atışlarını hissetmenin büyük bir mutluluğu ve dayanılmaz hafifliği içerisinde “Var benim kalbim” diyerek koltuğuna kendisini bırakmış olabilir mi, acaba?

Şimdi üç yüz gram 250 gram tartışması yapmayın, tamam, yumruğu kadar bir kalp taşıyordur Obama da! Ve Netanyahu’nun kalbiyle bir gram farkı vardır bir de dakikada atış farkı...

Olacak o kadar, değil mi?

Eh, o kadarcık fark olsun.

***

Evet, Gazze’de Şifa Hastanesi’nde yoğun bakım ünitesinde çalışan Gilbert bir mektup yazdı ve Obama’yı Şifa Hastanesi’nde çok değil, sadece bir gece geçirmeye davet etti.

Gilbert, Gazze’nin en büyük ve en donanımlı hastanesi olan Al Şifa’dan yazdığı mektup dahi İsrail’in işlediği katliamın vahşiliğini ve insanlığın nasıl bir vahşet karşısında sessiz kaldığını ortaya koyuyor ama dinleyen kim?

Gilbert, Obama’nın nezdinde sözüm ona ‘dünya liderlerine!’ adeta yalvarırcasına “Daha fazla kanayan yaralı gelmesin, hala acil servisinin yerinde kan gölleri var, kanlı sargı bezleri her yerde, temizlikçiler kan birikintilerini, dokuları, saçları, giysileri, ölülerden arta kalanları süpürüyor, tekrar hazırlanmak için, her şeyi tekrar etmek için” sözleriyle vahşetin boyutunu anlatmaya çalışıyor...

“Daha fazla kanayan yaralı gelmesin”, “Buralarda kan gölleri var!”

Norveçli doktor, Obama’nın eğer bir gececik olsun Şifa Hastanesi’nde kalırsa bu katliamı durdurmak için çaba sarf edeceğini zannediyor!

***

Gilbert, eksik sormuş!

Obama’ya “kulağınız var mı?”, “gözleriniz var mı?” diye de sormalıydı?

İşitmiyorlar çünkü!

Gilbert’in anlattıkları aslında 2010 yılında Dr. Alaaddin Kadrah’ın anlattıklarından, Kadrah’ın çığlığından, feryadından farklı değil.

Hatırlıyorsunuz değil mi? “Gazze’nin en büyük hastanesi ama burada ilaç yok, yaralı insanlar gözümüzün önünde ölüyor. İsrail tüm sağlık kuruluşlarını yerle bir etti. Bir tek burası var ancak buranın sadece adı hastane” diye feryat eden Dr. Aladdin Kadrah’ı?

Ve Seraj bebeği?

Mavi Marmara saldırısının akabinde Gazze’ye giden Murat Sabuncu sayesinde haberdar olduk, Al Şifa Hastanesi’nde ölüme terk edilmiş Seraj bebekten. Dr. Alaaddin bizlerden ne istediğinin farkında mıydı? Bilmiyorum. “24 saat içinde Türkiye’ye götürmezseniz bu bebek ölecek, lütfen yaşatın, ben Türkiye’yi biliyorum orada bu bebeği kurtarabilirsiniz” demişti başka da bir şey dememişti.

24 saat içinde hem de İsrail’in ‘Hamas’ üyesi kararı vererek ölüme terk ettiği bebeği ‘onların’ elinden alacaktık ve yaşayacaktı.

İki ülke arasında bürokratik işlemler, diplomatik görüşmeler sağlanacak ve Seraj bebek gelecekti!

Gecenin bir yarısı, arayabileceğim, aramaya cesaret edebileceğim, derdimi anlatabileceğim ve bana “delirdin mi?” demeyecek tek isimdi Egemen Bağış.

Beni şaşırtmadı. 24 saat içinde nasıl oldu bilmiyorum ama Seraj bebeği getirtti Egemen Bağış ve ancak bir anne babanın ilgilenebileceği rikkat ve hassasiyeti göstererek ilgilendi Seraj’la ve anne babasıyla.

Evet, Seraj bebek geldi ve bu ülke Seraj bebek sayesinde ‘mavi bebek’ hastalığının ne olduğunu öğrendi.  Ve ‘o’ bizim ‘mavi ve çelimsiz bebeğimiz’ oldu.

Tedavi oldu Seraj bebek ve adının yanına bir de ‘Erdoğan’ ismini alarak gitti Gazze’ye...

Dün gibi hatırımda...

Mavi Marmara’da şehit düşen canlarımızın bedenleri soğumamışken Pensilvanya’da ki paralel çetenin liderinin “İsrail otoritedir” dediği günler...

8 Temmuz’dan bu yana katil İsrail’in bu yana hunharca katlettiği bebeklerin arasında Seraj olmasın diye dua ediyorum.

Seraj yaşıyorsa şimdilerde üç-üç buçuk yaşlarındadır.

İnşallah yaşıyordur Rabbim; beş yaşındaki Nidal Halef’i, dört yaşındaki Yasmin’i, ağzında belki de emziği olan Muhammed Meleke bebeği, beş aylık Faris Cuma’yı...

Ve annelerinin karnında henüz doğmamış bebekleri katleden İsrail, Seraj’ı öldürmemiş olsun.

Gerçi...

Bugün değilse yarın yine ölecek Seraj...

Çünkü Gazze’de tüm çocuklar biraz büyüsünler de İsrail öldürsün diye doğuyorlar...

Ve İsrail bu katliamı birkaç yıldır değil 1950 yılından bu yana yapıyor...

Tüm dünyanın gözleri önünde cinayet işliyor İsrail...

Obama’nın bir kalbi var mı sahiden?