Öcalan davayı sattı mı?

Eskiden milliyetçi ve sağcı çevreler yapardı bunu; “bebek katili” derlerdi, sünnetsiz olduğunu söylerlerdi, esasında bir Ermeni bir anneden doğduğunu ve “Kürt’müş numarası” yaptığını ileri sürerlerdi. Kimse de çıkıp, “Ne hakla ve hangi cüretle Ermeni sözcüğünü itibarsızlaştırma sıfatı olarak kullanıyorsun?” diye sormazdı.

İtibarsızlaştırma nöbetini, şimdi ulusalcı solcular ve Kemalistler devralmış durumda.

Bunlar, Öcalan dağdayken, yani kan dökerken, örgütle sıkı ve samimi ilişkiler kuran, sık sık Bekaa Vadisi’ne giden, Öcalan tarafından tören kıtasıyla karşılanan, gül alıp gül veren solcular...

Şimdi “Öcalan karşıtı” oldular.

Niye?

Öcalan “çözüm” diyor...

Kan dökülmeliydi oysa... Her mahalleye bir tabut gelmeliydi. Klasik ifadesiyle, Kürt ve Türk analar ağlamaya devam etmeliydi. Çözüm değil, bölünme senaryoları konuşulmalıydı.

Yazı dizisine başlamışlar...

Öcalan, “Devletimin hizmetindeyim” diyormuş, “Bütün Kürtleri emrinize vereceğim” diyormuş, “Devleti tanımadan ona karşı koymaya yeltendik” diyormuş, “Benim derdim af değil, hizmet” diyormuş, “Türk ulusu ağacın köküdür” diyormuş, “Ben bir taşeronum” diyormuş.

Manşete çıkardıkları ifade çok şaşırtıcı: “İşte İmralı’daki Apo...”

Demek istiyorlar ki, “Bağımsızlık savaşıyla ortaya çıkan Apo, İmralı’ya gönderilince bu hale geldi.” Yani dönüştü.

Daha açık sözlü olabilseler, “davayı sattı” diyecekler.

Bunu diyemiyorlar...

Daha önce bu sütunda (Nihat Nasır’ın yazısından aktarma yaparak) bir mektup yayınlamıştım. Mektup, Nazım Hikmet tarafından, Kürdolog Kamuran Bedirhan’a yazılmış...

Mektubunda şöyle diyor Nazım: Anadolu milli kurtuluş hareketi yalnız Türkler için değil, Kürtler için de tarihlerinin en şerefli sayfalarından biridir. O dövüş yıllarının sonradan Türk idarecilerince yasak edilen en unutulmaz türkülerinden biri ‘Vurun Kürt uşağı namus günüdür!’ diye başlar. Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşundan sonra, Türk idarecileri ve egemen çevreleri, Kürt hareketinin, tanımağı vaat ettikleri millet ve insan haklarını tanımadı, hatta işi Kürt milletinin millet olarak varlığını bile inkâra kadar götürdü. Bu devir, Türk idarecilerinin ve egemen sınıflarının emperyalizmle uzlaşmaya başlaması devridir. Bu inkârla bu uzlaşmanın aynı devirde baş göstermesi sadece bir rastlama değildir. Bugün Türkiye Cumhuriyeti’ni Orta ve Yakın Doğuda emperyalizmin kalelerinden biri haline getiren Türk politikacıları Kürt milletinin milli varlığını inkârda ısrar ediyor ve Türkiye Cumhuriyeti sınırları içinde öteki azınlıklara tanıdığı hakları bile Kürt milletine tanımıyor.”

Bu mektubu Nihat Nasır, 2000’e Doğru dergisinin sayfaları arasından bulup çıkardı. Hani, bugün “Kemalist” barikatlara intisap etmiş bulunan Maocu Kemalistlerin dergisi... Mektubu da, “Kürtçü” takıldıkları, yani Öcalan’la gül alıp gül verdikleri dönemde yayınlamışlar dergilerinde.

Diyordu ki Nihat Nasır, “Bu mektubu büyük bir iftiharla yayınlayan 2000’e Doğru dergisinin (bugünkü Aydınlık gazetesi ve İşçi Partisi çevresinin) bugün tamamen tersine bir vaziyet almasını, geçmişte yaptıkları çok ağır rejim eleştirilerini yok sayıp bugün tam kadro statükocu bir tavır takınmalarını nasıl açıklamalı?”

Nasıl mı açıklamalı?

Çok kolay.

Dünkü statüko öyle emrediyordu, bugünkü statüko böyle emrediyor.

Bunda anlaşılmayacak bir şey yok.