Her milletin bir öyküsü, bir destanı vardır. Nereden geldiklerini anlatır. Biz eski Yunan’ı, Romüs’le Romülüs’ün kurt sütüyle beslenip Roma’yı kurmasını falan biliriz, çoğumuz Alparslan’ın Malazgirt savaşını ayrıntılarıyla bellemiş, 1071 Malazgirt Savaşı’nı hafızamıza kazımış, Osmanlı’nın kuruluşunu yarım yamalak da olsa öğrenmişizdir. Ama genç kuşaklar 2 bin 200 yıl önce Kuzeydoğu Asya’daki Türk devletini, bu devletten çok büyük bir imparatorluk kuran Mete’nin “Oğuz Han” adıyla nasıl da ölümsüzler katına taht kurduğunu bilmez bile.
Oğuz Kağan ya da Oğuz Han Destanı’nda Mete, Türklerin en büyük kahramanı olarak sunulur, destansı bir dille, Çin’e, Hindistan’a, Avrupa kapılarına, Kuzey Asya’nın buzlarla kaplı topraklarına değin uzanan fetihleri anlatılır. Oğuz Han Destanı, Türk milletinin gelişmesi ve kimliğini, kişiliği ve ruhsal yapısını ayrıntılı bir biçimde açıklar. Türk milletinin ortak malı olan bu “edebiyat harikası” destan özetle şöyledir:
“Günlerden bir gün Ay Han, bir erkek çocuk doğurdu. Çocuk, kara saçlı, karakaşlı, ala gözlü, kızıl ağızlıydı. Çocuk anasından bir kez süt emdi; bir daha emmedi. Konuşmaya başladı; çiğ et ve içecek istedi, kırk günden sonra büyüdü, yürüdü, oynadı, ata bindi, geyik avladı. Günlerden sonra, gecelerden sonra tam bir yiğit oldu. Bahadır oldu. “Oğuz Han” denen bu bahadır bir gün Tanrı’ya yakarıyordu. Birdenbire çevresi kapkaranlık kesildi. Gökten bir ışık düştü. Oğuz Han ışığın içinde bir kız gördü; çok güzel bir kızdı bu. Yüzünde ışık saçan bir beni vardı. Çoban Yıldızına benziyordu. Gülünce mavi gök de gülüyor, ağlayınca mavi gök de ağlıyordu. Oğuz Han kızı sevdi, aldı. Kız, Oğuz Han’a üç erkek çocuk doğurdu. Adlarını “Gün” “Ay” “Yıldız” koydular.
***
Oğuz Han bir gün ava çıktı. Gölün yanında bir ağaç, ağacın kovuğunda da oturmuş bir kız gördü. Saçları bir ırmağın akışına, dişleri inciye, gözleri gökyüzünün mavisine benziyordu. Oğuz kızı sevdi, aldı; bu kız da Oğuz Han’a üç erkek evlat verdi. “Gök, “Dağ”, “Deniz” adını verdiler bu çocuklara. Bu çağda, sağ yönde, Altın Han denen bir hakan vardı. Altın Han, Oğuz Han’a elçi yolladı, çuvallarla altın, gümüş gönderdi. Pek çok yakut, elmas sundu. Baş eğdi. Altın Han’ın baş eğmesini kabul etti Oğuz Han. Sonra kırk gün kuzeye yürüdü. “Buz Dağı”nın eteklerine otağ kurdu... Sonra İtil Suyunda düşmanla vuruştu, İtil Suyu düşman kanıyla kıpkızıl kesildi. Sonra güneyin sıcak ülkelerine yöneldi; çok ülkeler, topraklar fethetti Türk yurdunu büyüttükçe büyüttü.
Oğuz Han’ın yanında aksakallı, boz saçlı, çok bilge bir kişi vardı. Adı “Uluğ Türk”tü. Günlerden bir gün Uluğ Türk, düşünde bir altın yay ve üç gümüş ok gördü. Altın yay gün doğusundan gün batısına dek uzanıyordu. Üç gümüş ok da kuzeye doğru gidiyordu. Uluğ Türk düşünde gördüklerini Oğuz Han’a anlattı: “Ey Hakanım, Tanrı’nın sana verdikleri hayırlı olsun. Tanrı düşümde gördüklerimi yerine getirsin. Dilediğin yeri sana versin.”
Oğuz Han, Uluğ Türk’ün sözlerini çok beğendi; bilgeliğini övdü, öğüdünü dinledi. Oğullarını topladı. Dedi ki : “Ey oğullarım! Gönlüm av diliyor. Kocadım, gücümü yitirdim. Gün, Ay ve Yıldız siz Doğu’ya varın. Gök, Dağ ve Deniz siz batıya gidin.” Ve üç delikanlı doğuya üç delikanlı da batıya gitti. Gün Han, Ay Han ve Yıldız Han sonunda altın bir yay buldular. Yayı alıp babalarına getirdiler. Babaları çok sevindi, yayı üçe bölüp oğulları arasında paylaştırdı. Gök Han, Dağ Han ve Deniz Han yolda üç gümüş ok buldu, babalarına getirdi. Çocuklarının her birine bir gümüş ok verdikten sonra Oğuz Han Uluları bir araya topladı; halkını da çağırdı. Yurdunu oğulları arasında paylaştırdı. Ve dedi ki: “Yurdumuzun üzerinde bilgelik ve bahtiyarlıkla yaşayın; Tanrı’nın buyruğundan çıkmayın. Esen kalın!” Sonra gözlerini kapadı, Tanrı’nın yanına uçtu...”
Ya işte böyle. Bu Oğuz Han Destanı’nın özetinin de özeti. Hani herkesin destanını maşallah pek güzel biliyoruz ya, ben de bizimkini hatırlayalım istedim... Dilerseniz alın tamamını okuyun. Beğeneceksiniz; en az Homer’in İlyada ve Odise’sini beğendiğiniz kadar!