Siyasetçileri “darbeyle korkutma alışkanlığı”, 27 Mayıs darbesinin en önemli kazanımlarından (!) biridir.
Mesleğin önemli ve duayen isimleri, yıllarca, bu tarz gazetecilikten örnekler sundular.
Başarılı da oldular...
Devletten bağımsız hareket eden, siyaset alanını genişletmeye çalışan, resmî kabulleri ve alışkanlıkları zorlayan hemen her siyasetçi payını aldı bundan, bu “tuhaf gazetecilik” alışkanlığından.
Devletin seçilmiş aydınları ve seçilmiş partisi CHP için öncelikli tehdit, hep “farklılıklar” oldu... Faklı siyasetler ve “farklı yaşama biçimi”, sair güvenlik gerekçeleriyle ya bastırıldı, ya yok sayıldı, ya da kamusal alandan tart edildi.
Darbe dönemlerine bakın...
Darbe dönemlerinin “gazetelerini” okuyun...
Darbeyle korkutulan siyasetçilere uygulanan örnek tarifeyi inceleyin...
Darbeyle korkutma alışkanlığı, yüksek yargı bürokrasisinin ve akademi çevrelerinin de hin-i hacette başvurdukları en önemli siyasal araçlardan biriydi/biridir.
Fi tarihinde, bir rektör, YÖK konusunda düzenleme yapmak isteyen bir siyasetçiyi, “Sonun, kara cübbeliler diyen Menderes gibi olur haa” diye tehdit etmişti. Çok da alkış almıştı laik ve seçkin çevrelerden...
Mazmunlaşmış bir sözdür bu: “Sonun Menderes gibi olur ha...”
Bu mazmunu başarıyla ve hakkıyla kullanan gazetecilerin başında, Hürriyet gazetesinin müstafi başyazarı Oktay Ekşi geliyor... Bugüne kadar, hiç kullanmadıysa, en az 2 bin yazısında kullanmıştır bu sözü: “Sonun Menderes gibi olur ha...”
Kimleri korkutmadı ki Oktay Bey?
Demirel’den başlayarak (1965-69 yıllarının Demirel’inden söz ediyorum), Özal’ıyla, Çiller’iyle, Erbakan’ıyla, Erdoğan’ıyla, “merkez sağ”da yer tutmuş bilumum siyasetçiler nasibini aldı bu tehditten.
Rahmetli Özal, “diktatör” kampanyasını da göğüslemek zorunda kalmıştı.
Devletin başında “fiilen” bir diktatör oturuyordu, ismi Kenan Evren’di, biricik özelliği elindeki silahı halkın temsilcilerine doğrultmuş olmasıydı, bir sürü insan asmıştı, bir sürü insanın ölümüne neden olmuştu, memleketi baştan başa işkence tezgâhlarıyla donatmıştı ama diktatör suçlamalarını nedense Özal göğüslüyordu.
Darbecisine toz kondurmayan “bağımsız gazeteciler”, seçimle gelmiş Başbakan’ı hem “diktatörlükle” itham ediyorlardı, hem de “Menderes’in akıbetiyle” korkutuyorlardı.
Ekşi’nin boşluğunu Hasan Cemal dolduruyor şimdi. (Ekşi, Başbakan’a ettiği küfürlerden dolayı gazetesinden ayrılmak zorunda kalmıştı... Yaptığı edep dışı çıkışın karşılığı olarak da, Kemal Kılıçdaroğlu tarafından milletvekilliğiyle ödüllendirilmişti.)
Başbakan’ı darbeyle ve Menderes’in akıbetiyle korkutma nöbetini, Hasan Cemal ağabeyimiz devraldı.
Neredeyse iki yıldır “Menderes” temalı yazılar yazıyor...
Erdoğan, herhangi bir konuda adım mı attı?
Hasan Cemal hemen heybesinden Menderes konulu bir öykü çıkarıyor.
Erdoğan bir söz mü söyledi?
Hemen Menderes’in sözleri geçit resmi yapıyor Hasan Cemal’in sütununda...
Erdoğan “çapulcu” mu dedi?
Hasan Cemal jet hızıyla yetişiyor: Menderes de “çapulcu” demişti... Gördünüz işte sonunu!
Erdoğan MGK belgesini yayınlayan gazeteciyi ihanetle mi suçladı?
Hasan Cemal alesta: Menderes de böyle yapmıştı. Bazı gazetecileri ihanetle suçlamıştı. Gördünüz işte sonunu!
Rüzgâr esti, dal kırıldı.
Menderes döneminde de rüzgâr esmişti...
Bu yıl kış erken bastırdı.
Menderes döneminde de kışlar erken bastırırdı... Bu, Türk siyaseti adına hiç de hayırlı bir gelişme değil.
Hasan Cemal’in Menderes “anıştırmaları” bitmek bilmiyor. Her cümlesini, her önermesini bir şekilde Menderes’e ve “sonun onun gibi olur” cümlesine bağlıyor. “Çözüm sürecini” yazarken bile, konuyu bir punduna getirip Menderes dönemiyle ilişkilendiriyor.
Menderes aşağı, Menderes yukarı...
Menderes’i astınız birader... Hâlâ hıncınızı alamadınız mı?
Dünya durdukça hatırlanacak o “utanç mahkemesinde” paçavraya çevirdiniz. İnsanlıktan çıkardınız. Çırılçıplak ortada bıraktınız. Kamuoyunun parçalamasına terk ettiniz.
Daha ne olacaktı?
Hasan Cemal bitmek bilmez “Menderes anıştırmalarıyla” bize ne söylemeye çalışıyor?
Ne yapalım yani?
Erdoğan’ı da asalım mı?
Gezi’de alt edemedik... Yeniden darağaçları mı kuralım?