‘Ölmekten korkuyorum ama; inandığım değerler uğrunda öldürülmekten asla!'

Yazının başlığındaki cümleyi -geçen perşembe günü öldürüldüğü sonradan anlaşılan- merhûm Yahyâ Sinwar'ın bir konuşmasından aldım.. Aynı nasibe ulaşmak temennisini samimiyetle isteyenlerden birisi olmak için dua eden başkaları da olabilir.

Evet, merhûm Yahyâ Sinwar, 'Ben ölmekten korkuyorum.. Evet, rahat yatağında veya bir kalb kriziyle, ya da bir trafik kazasında ölmekten korkuyorum.. Ve amma, inandığım değerler ve halkımın ve ülkemin kurtarılması için mücadele ederken öldürülmekten korkmuyor ve öyle bir ölümü, bir de lûtf-u ilâhî sayıyorum.' diyordu.

Siyonist işgalci çetenin en gelişmiş silahlarına karşı direnirken, Yahyâ Sinwar da erdi muradına; önden giden nice cihad erleri gibi.. Onların kan ve canları heder olmadığı gibi, Sinwar'ınki de zâyi olmayacaktır, inşaallah.. Ve arkasından gelecek olanlar da, o makama ulaşmak ümidi içinde sıralarını bekleyeceklerdir.

*

Yahyâ İbrahim Sinwar ismini son zamanlarda duymuştum.

12 Mayıs 2024 tarihli New York Times'da 'Gazze Şeridi'nde Savaşın Başlatılmasına Yardımcı Oldu. Artık Oyunun Sonunun Anahtarı O..' başlığıyla yayınlanan bir yazıda Yahyâ Sinwar hakkında ilginç teferruatlı bilgiler vardı.

O yazıda, 'İsrail ve ABD yetkililerine göre, Sinwar'ın sadece iradeli bir komutan olarak değil, aynı zamanda İsrail elçilerini müzakere masasına oturtarak, İsrail'in savaş alanında zafer kazanmasını önleyen kurnaz bir müzakereci olarak da ortaya çıktığı; sıradan birisi değil, eylemlerin mimarı ve güçlü bir lider olduğu, hem acımasız bir düşman, hem de İsrail toplumunu analiz edebilen ve politikalarını buna göre uyarlayabilen becerikli bir siyasî operatör olduğu' anlatılıyordu.

*

2,5 ay kadar önce, 9 Ağustos tarihli ve 'Şehîd'ler vere-vere yürümek ve 'Şehîd' olmak için sıraya girmek' başlıklı yazımın ilk iki paragrafında şöyle demişim:

'Hareket-i Mukavemet-i İslamîye' (HAMAS)'ın Siyasî Büro Başkanı İsmail Heniye'nin İran'da öldürülmesinin yankıları sürerken; onun yerine gelen Yahyâ Sinwar'ın şahsiyetine de hemen bir kulp takan bazıları, mezhebî veya tarihî çekişmelerin veya duyguların manyetik çekim alanı içinde yorumlar yapmayı sürdürüyorlar.

Şimdi... Hamas'ın perde gerisindeki lider ve beyinlerinden sayılan Yahyâ Sinwar, İsmail Heniye'nin katledilmesiyle, liderliği alenen de üstlenmiş bulunuyor. Siyonist İsrail zindanlarında 23 yıl hapis yatan ve hapishaneleri bir eğitim merkezi haline getiren Sinwar, İbraniceyi ve Yahudilerin genel düşünce sistematiğini iyi bilen birisi olarak Siyonistler için korkulu bir isim. Esasen ona, Amerikan medyasında 'Yürüyen ölü..' deniliyor.'

Böyleyken.. Bizden de birileri hemen kollarını sıvadılar. (...)

Neymiş efendim; bu Yahyâ Sinwar, İran'a daha yakınmış da, Sinwar'ın Hamas'ın başına getirilmesi için Heniyye'yi öldürtmüşler! 'Ünlü' bir kişinin bir tv. kanalında söylediğine göre, 'Duyum almış da.. Duymuş da.. Eğer öyle idiyse..' imiş de, Vs. (...)'

*

Yahyâ Sinwar'ın kaleme aldığı, kendisinin ve Filistin'in hayat hikâyesini de anlattığı ve 'Okyanustan Körfez'e ve Okyanus'un ötesine uzanan İsrâ ve Mîrac topraklarına gönülden bağlı olanlara ithaf ettiği' 'Diken ve Karanfil' (eş'Şewk we'l Qaranful) isimli kitabı ise, 'Ekin Yayınları' tarafından ve Star gazetesi yazarlarından Vahdeddin İnce kardeşimizin tercümesiyle yayınlandı, son aylarda..

*

Evet, bu sütunda Yahyâ Sinwar'dan söz edilen ilk yazımın başlığı 'Şehîdler vere-vere yürümek' ve 'şehîd olmak için sıraya girmek' şeklindeydi ve 'şehîd olmak için sıraya giren' Yahyâ kardeşimiz de, geçen hafta 'şehîd' oldu, inşaallah..

*

Bu gibi iftiralarla donatılmış sözleri 'yorum' yapmak adına ekranlardan söyleyenler şimdi biraz utanıp, vicdan muhasebesi yaparlar mı acaba?

Bir diğer 'yorumcu'nun da, evvelki akşam, 'Sinwar'ın o çatışma bölgesinde ne işi vardı?' gibi saçma-sapan sorular sormasına ne dersiniz? Bu gibiler Filistin Müslümanlarının verdikleri çetin mücadeleleri 'çelik-çomak oyunu' sanıyorlar galiba..

Geçelim..

*

'Şehîd' olmak, 'şahit olmak' kelimesiyle aynı kökten gelir.. Ama, elbette farklı mânâları vardır..

'Şahit olmak', müşahede etmek, görmek, tanık olmak mânâsına gelirken, 'şehîd', 'bir şeyin, bir hususun en üstün ve en mükemmel derecede şâhidi' mânâsındadır.

'Büyük' mânâsına gelen 'kebir' kelimesiyle aynı kökten gelen, 'ekber' kelimesinin 'en büyük..'; ya da, 'âlim (ilim sahibi) olmak' ile, (her şeyi en üstün derecede bilmek)' mânâsındaki 'alîm olmak' arasındaki fark gibi.. (Ama, T. Dil Kurumu imlâ kurallarını uydururken, bazı kelimelerin benzerlerinden ayırt ve doğru telaffuz edilmesine de yardım eden ve 'şapka' denilen (^) işareti bile kaldırdığından ortaya sadece telaffuzu değil, mânâsı da bozulan bir imlâ dayatması söz konusu olmaktadır).

'Şehîd' oluş halinden her Müslüman elbette imrenerek söz eder.. Ancak, beşerî sistemlerin hukuk düzenlerinde kullandığı, kanunî tarifler içindeki 'şehid' kelimesiyle, İslam'ın 'şehîd' kelimesini karıştırmamak gerekir.. Esasen, her dikkatli Müslüman inanır ki, 'şehîd'likle alâkası olmayan ve hattâ Allah'ın diniyle , İslam'la savaşırken öldürülen nicelerine de beşerî sistemler, toplumu kandırmaya yönelik bir tasarrufla hemen, kendi ölülerine de 'şehid' yaftasını yapıştırırlar

Halbuki, İslâm'ın bildirdiği 'şehîdlik' kavramı ile, laik, materyalist (maddeye tapan) ve uhrevî hayata ve Allah'a inanmayan kişi, toplum veya sistemler uğruna ölümler arasında hiçbir bağ yoktur.

Ama, kimin 'şehîd' olduğunu ise, elbette ki ancak Allah bilir.. Bunun için, bu satırların sahibi, -her kim olursa olsun- birilerinin 'şehîd' olduğu haberlerine, 'inşaallah'ı eklemeyi ihmal etmemeye çalışır.

Bu anlayış çerçevesi içinde hem Kur'an-ı Mubîn, hem de Resul-i Ekrem (S) 'şehîd' olanların yaşadıklarını, rızıklandırıldıklarını beyan eder..

*

'Şehîd'lerimizin kanları da, hayattayken olmadığı derecede dâvâlarının bayraktarlığını yapmayı sürdürecektir.

Evet, 'şehîd'ler yolumuzu aydınlatmakta ve bizim mücadele azmimizi ve öfkemizi daha bir güçlendirmekteki rollerini devam ettirmektedirler, ettireceklerdi; inşaallah..

*