‘Ölüm bize ne uzak, bize ne yakýn ölüm’

Çok saygý duyulan bir öðretmendi. Bilgisi, konuþmasý, öðrencileriyle olan diyaloðu göz doldururdu, cehaletten, boþ konuþmadan hiç hazzetmeyen bir kitap kurduydu. Kendisini seven bir hanýmý, mutlu bir ailesi, misafirle dolup taþan bir evi vardý. Mükemmeldi. Mükemmelliðiyle can sýkýntýsýna yol açtýðýndaysa, tanýdýklarý onun için en fazla; “Ýyi hoþ da kimseleri beðenmez, burnu havadadýr” derlerdi. Derken bir gün rüzgar tersine döndü. O adamýn yolu çok zor bir þehre düþtü, o þehrin adý ölümdü. O artýk evladýný topraða vermiþ bir babaydý... Hallacýn attýðý pamuk gibi parça parçaydý yüreði... 

Oysa erguvanlar kadar kýsadýr hayat. Yazýmýn baþlýðýna çektiðim Erdem Beyazýt mýsrasýndaki gibi. Aklýmýza hiç getirmiyoruz ölümü. Ondan elimizden geldiðince kaçýyoruz. Peki ama ölenler nereye gider? Az evvel vardýlar, buradan ayrýldýlarsa, baþka bir yere gitmeleri gerekmez mi? Nereden geldiðini tam bilmeyen insan için, nereye gideceðini bilmek de muamma. Allah, bizi küçük bir suyun içine yazdý. Sonra o su parçasý, annesinin karnýnda günden güne büyüyerek, ete, kemiðe büründü. Karanlýk, loþ, ýlýk ama güvenli ve kuþatýcý bir yerde dokuz aylýk bir bekleyiþten sonra dünyaya geldik... 

Hayatýný anlat bize dediklerinde, aslýnda biyografimiz hatýralarýmýzdýr. Geriye doðru gidersek, ilk hatýrlayabildiðimiz anýlar hangileri mesela? 50’lerinden baktýðýmda, sisli puslu da olsa, neþeli ve güneþli dört yaþlarýmý hatýrlýyorum. Kaç yýlým, kaç günüm daha var ve ne kadar süre daha hatýrlayabileceðim anýlarýmý, yani hayatýmý... Bilmiyorum. Daha doðrusu hayat hakkýnda bilebildiðimiz þeyler hiç de çok deðil, hatta az, hatta çok daha az. Ve her an ensemizde soluðunu hissettiðimiz þu ölüm! Modern insan, tüm zaman tünelinin en güçlü bireyi olduðu halde, ölüm karþýsýnda çaresiz, güçsüz ve yalnýzdýr. Bizde, ilahiyatýn ve psikiyatrinin ölümle ilgili pratikleri çok kýsýtlý. ABD'de kanser tedavisi yapan merkezlerde dua kliniklerini okuduðumda hayret etmiþtim.  

Sevdiklerinizi topraða verdiðinizde, siz diðer kýyýda kalýyorsunuz, yani derin, simsiyah ve aþýlmaz bir ayrýlýk giriyor araya. Bu ayrýlýðý atlatabilmek, anlayabilmek, çözümleyebilmek, hasreti teselli edebilmek, gurbeti yatýþtýrabilmek elbette kolay deðil. 

Ölüm o kadar güçlü ve her yeri kaplayýcý ki, geride kalýþýn, yani hayatýn anlamý nedir, diye radikal bir soru geliyor sonra. Hayat, niçin var...

***

Dünya hayatý bir ziyarettir der Hacý Bektaþ Veli. Dünyada ziyaretteysek, demek ki bir de evimiz var... Eve dönücülerdeniz hepimiz.

Ragýb el Ýsfehani'nin ‘Tafsilu'n Neþeteyn ve Tahsilu's Saadeteyn’ isimli eserinde, ibadetin maksadý adlý bölümde, bir köle bezirganý ile çiftlik sahibi örneðini verir Üstad. Der ki; köleler bezirganla çiftlik sahibinden çok korkarlar, hakikatteyse bu iki güçlü adam, kölelerin çalýþmasýna ve üretmesine muhtaçtýr, köleler çalýþmasa, zenginlik kazanamazlar der. Oysa der Üstad, Allah Teala ile kullarý arasýnda böyle bir irtibat yoktur. Allah kullarýnýn ibadetine muhtaç deðildir, müstaðnidir der ve ibadetler için ‘yol azýðý’ ifadesini kullanýr. 

Sanki dönmek içindir bu hayat, eve dönüþ için...