‘Ölürsek bizi buralarda arayın!’

Hikaye, roman, tarih; Kürtlerle alakalı yazmak isterseniz eğer söz dolanır gelir, ama mutlaka da sürgünlüğe uzanır. Diyarbakırlı Cemilpaşazadeler’den, daha on yaşındayken ailesiyle birlikte sürgüne gönderilen Şermin Cemilpaşazade anlatıyor:

“Yıl 1933. Bir mart günü. Akşamüstü yağmur çiseliyordu. Bir kamyon geldi. Zaten daha önce komiser ve polisler gelmişlerdi. Yataklarımızı bir kilime sardılar. İpler getirip denk yaptılar. İçine bir portatif gaz ocağı koydular. Bir kaç kaşık iki tane de tencere. Bir kamyon geldi, eşyalarımızı bindirdiler. Geride kalan akrabalarımızla öpüştük. Ağlaya ağlaya yağmur altında yola çıktık.” (Diyarbakırlı Cemilpaşazadeler ve Kürt Milliyetçiliği, Malmisanij, Avesta Yayınları)

Şermin bir hayli zorlu ve insanda takat bırakmayan bir yolculuktan sonra varılan Lüleburgaz’da okula başlayacak ve ‘öteki’ olduğunu anlamaya yönelik ilk duygularını bu okul yıllarında yaşayacaktır.

“....Okulda ilginç bir şey oldu. Arapça, Kürtçe filan adlar yerine bize öz Türkçe adlar taktılar. Örneğin bana Sevim adını vermişlerdi.”

Dağılan hayatların öyküsü

Sürgünlük geniş bir aile olan Cemilpaşazadeleri böler, kimin nereye yollandığı bile belli değildir. Gidenler ve kalanlar, gidip de dönmeyenler vardır.

Şermin, Satia halasından bu sürgün zamanların üçüncü yılında ailenin bir telgraf aldığını hatırlıyor:

“Sürgün olduk bizi karşılayın!” Şermin büyük bir heyecan duyar bu telgraftan ve yeni sürgün edilen akrabalarını görebilmek için, ne yapar eder tren garına gitmeyi başarır:

“Bizimkilerden bir çok kişiyi gördüm trende. Ömer amca ve diğerleri, çocuklar ağlaşıyordu. İndiler, elime bir liste tutuşturdular. Listede tek tek bizim akrabaların nerelere sürgün edildiği yazılıydı. ‘Ölürsek bizi buralardan arayın’ diyorlardı.”

Sürgün edilenler, sürgüne gönderildikleri yerlerde ölümü düşünmekte haklıydılar elbette; çünkü ölüm olağandı sürgünlükte ve hayatta kalabilmek, şansa kalmış bir işti. Nitekim bu sürgün yıllarında Cemilpaşa’nın dört oğlu ve bir torunu hayatını kaybetti. Sürgünde ölüme katlanılıyordu, ama sürgünde kaybolmaya, adresi belli olmayan ölümlerle hafızalardan silinmeye katlanmak zordu.

Tarihi, geçmişi öğrenmek için değil, ama bugünü anlamak için de bilmek ve okumak gerekir.

Bir köprüye verilen isim, yeniden inşası düşünülen bir kışla Türkiye’yi yerinden oynatmaya yetiyorsa, bunun önemli bir sebebi de, ne yapsak ne etsek başımızı tarihle yaşadığımız beladan bir türlü kurtaramayışımız değil midir?

Eylemler ve empati

Taksim’e toplananlar, çeşitli toplumsal kesimlerden insanların desteğini almak istediklerini ifade ediyorlar, peki neden en çok Kürtler düşüyor akıllarına?

Çünkü Kürtler’in zulüm politikalarından çok çektiklerini ve haklı olduğuna inandıkları eylemlerinin en çok da Kürtler tarafından desteklenmesi gerektiğini düşünüyorlar.

Bir hafta, on gün eylem yaptılar ve bu onlara Kürtler’le empati kurma imkanı verdi sanki.

Kürdistan’da milyonlarca meyve ağacı yakılırken ses çıkarmayanlar, zulmü görmezlikten gelenler Kürtleri Taksim’deki ağaçlar için eyleme çağırıyorlar.

İçlerinden bazıları diyor ki ‘Ah, şimdi anladık şu Kürtler’e neler yapıldığını..’

Kürtler’e yapılanlardan bugün isyan ettikleri hükümetin ve Başbakan’ın bir suçu, günahı olmaması hakikati bir yana..

Şu işe bakın ki, Kürtler’in yardımını Cumhuriyet kurulurken aldatıcı taktiklerle almaya çalışanların mirasçıları ve şüphe yok ki torunları, yüzyıl sonra empati kuruyorlar Kürtlerle!

Güler misin, ağlar mısın?

20’li, 30’lu, 90’lı yıllar nasıl da gözlerinden kaçmış kardeşlerimizin!

Nefreti temizleyecek hareket

Bu Kemalist taktikleri anlamak için, Diyarbakırlı Cemilpaşazadeler, iki nedenle, önemli bir aile. Birincisi, bu aileden kimi şahsiyetlerin, o dönemde Kürt ulusal demokratik hareketlerinde oynadığı rol ve ikincisi Mustafa Kemal’in başlattığı ulusal kurtuluş hareketine bu ailenin kimi bireylerinin verdiği destek nedeniyle.  

Kürdistan Teali Cemiyeti, 1918 yılında kuruldu, kısa sürede, Kürtler’in yaşadığı kentlerde 19  şubesi daha açıldı.

Derneğin başlıca amacı, “Kürtler ‘in genel çıkarlarının sağlanması ve gelişimlerinin kolaylaştırılması” olarak ifade ediliyordu.. Osmanlı İmparatorluğu dağılmış, imparatorluğun sınırları içinde yaşayan halklar, doğal olarak, geleceğin siyasal hükümranlık statülerinde söz ve karar sahibi olmak için, yeni kurumlar oluşturmanın peşindeydiler.

Kürt Teali Cemaati, işte böyle bir siyasal iklimde kuruldu ve güçlendi; o kadar ki, Cahit Tanyol’dan aktarıldığına göre, Süleyman Nazif, Yahya Kemal’e bu örgüte girmesi teklifinde bulunur.

“Azizim, bütün dünya Türk’ten ve Türk olandan nefret ediyor. Türk milletine nefes aldırmayacaklar. Belki Kürt adıyla ortaya çıkar da memleketi kurtarabiliriz diye düşünüyorum.” (Prof. Tanyol- Türkler ile Kürtler-1999, shf:76-77)

Bu siyasal ve toplumsal kırılma yıllarında, M. Kemal, Kürt aşiretleri ve beyleri üzerinden, kurtuluş savaşının amacına uygun yeni bir strateji geliştirmeyi benimser ve bunu uygulamaya koyar. Bu stratejinin sonunda, Mustafa Kemal, ona inanan Kürtler’in gözünde “İslamın halifesi, İslam hamisi olan Saltanat-ı Osmaniyeyi, İstanbul’u kafirlerden, ecnebilerden halas edecek ve Kürt kardeşlerine de bütün haklarını iade edecek biri” olarak kabul görmeye başlar. Mustafa Cemilpaşazade, yakınlarına şunu demekten kaçınmaz: “M. Kemal’in emrine itaat, cenneti kazanmaktır.”

Kürtler’i Kürt kabul etmek

Oysa, M. Kemal’in 15. Alay komutanı İlyas Bey’e-ivedi- yolladığı şifreli telgrafta şunlar yazılıydı: “O yörelerde Kürtlük akımına hiçbir yolda elverişli ortam bırakılmaması” ve “Kürtlük akımının kökünden sökülüp atılması.”

Kürt Teali Cemiyeti, 16.6.1919’da kapatıldı. M. Kemal, Hazrolu Kasım Bey’e şu mektubu gönderir:

“.. Kürt kardeşlerimin hürriyeti ve refahı ve ilerlemesinin vasıtalarını sağlamak için sahip olmaları gereken her türlü hukuk ve imtiyazların verilmesine tamamen taraftarım. Fakat Osmanlı devletini parçalanmaya uğratmamak şartıyla görüşüme katılacağınıza şüphe etmem.”

Tarihle iç içe geçmiş yaşamlar, tanıklıklar, yenilgiler, hayal kırıklıkları ve bir halkın aldatılmasından başka sonuç vermemiş taktikler, amansız tufanlar gibi olup biten sürgünler ve aristokrat Kürt ailelerinin kendi köklerinden yavaş yavaş koparılmasının sonucunda ne oldu dersiniz?  

İşte Nejat Cemiloğlu ‘nun soruya verdiği cevap:

“Kürt olduğumuzu, zulüm gördüğümüzü, asimile edildiğimizi çoğumuz biliriz. Ama Cemilpaşazadeler’den Türkiye’de olanların hiçbiri, Kürt sorunuyla, Kürtçülükle uğraşmamıştır.”

Ya..

Tarih böyle yazıyor, beyaz ve soylu kardeşlerim!

Kürtleri, Kürtlerle barışı mümkün kılan, Kürtleri Kürt olarak kabul eden bir iktidara karşı mücadeleye çağırmadan önce biraz tarih okuyun!

Bilmiyorduk filan demeyin, çok ayıp kaçıyor artık!